Birincisi:
Bir zaman benîisrail âlimlerinden bir kısmı
huzur-i Peygamberîde surelerin başlarındaki
(1)
y
¢ü©'
«'
¡y
c @ y
/G
gibi mukattaat-ı hurufiyeyi işittikleri vakit,
hesab-ı cifrî ile dediler:
“Ya Muhammed! Senin ümmetinin müddeti azdır.”
Onlara mukabil dedi:
“Az değil.” Sair surelerin başlarındaki mukattaatı oku-
du ve ferman etti: “Daha var.” Onlar sustular…
(2)
İkincisi:
Hazret-i Ali Radıyallahü Anhın en meşhur
Kaside-i Celcelûtiyesi, baştan nihayete kadar bir nevi he-
sab-ı ebcedî ve cifir ile telif edilmiş ve öyle de matbaalar-
da basılmış.
Üçüncüsü:
Cafer-i Sadık Radıyallahü Anh ve Muhyid-
din-i Arabî
(
RA
)
gibi esrar-ı gaybiye ile uğraşan zatlar ve
esrar-ı huruf ilmine çalışanlar, bu hesab-ı ebcedîyi gaybî
bir düstur ve bir anahtar kabul etmişler.
Dördüncüsü:
Yüksek edibler bu hesabı, edebî bir ka-
nun-i letafet kabul edip eski zamandan beri onu istimal
etmişler. Hatta letafetin hatırı için iradî ve sun’î ve taklidî
olmamak lâzım gelirken, sun’î ve kastî bir surette o gay-
bî anahtarların taklidini yapıyorlar.
Beşincisi:
Ulûm-i riyaziye ulemasının münasebet-i ade-
diye içinde en lâtif düsturları ve avamca harika görünen
kanunları, bu hesab-ı tevafukînin cinsindendirler. Hatta
fıtrat-ı eşyada Fâtır-ı Hakîm bu tevafuk-i hesabîyi bir
len sayı değerleriyle ibarelerden
geçmişe ve geleceğe ait işaretler
çıkarmak, tarih düşürmek.
hesab-ı tevafuki:
tevafukları her
hangi bir şekil ve sebeple aynı çiz-
gi, doğrultu veya şekil dahilinde
muvafık ve uygun gelen harf, keli-
me veya daha fazlasını, bazı hesap
teknikleriyle bulma, hesaplama.
huzûr-i Peygamberî:
Peygambe-
rin huzuru, sohbeti.
iradî:
irade ile alâkalı, iradeye dair,
zor ve baskı altında yapılmayan,
ihtiyarî.
istimâl:
kullanma.
kanun-ı letafet:
letafet kanunu,
güzellik, lâtiflik, hoşluk, şeffaflık
kanunu.
kasdî:
bile bile yapılan.
Kaside-i Celcelûtiye:
Hz. İmam-ı
Ali’nin Hz. Peygamberin derslerine
istinaden kaleme aldığı ve aslı cifir
ve ebcet hesabı ile alâkalı olarak
telif edilen Süryanice kaside.
lâtif:
yumuşak, tatlı, hoş.
letafet:
latiflik, hoşluk, incelik.
mukabil:
karşılık.
mukattaat:
Kur’ân-ı Kerim’de bazı
surelerin başlarında bulunan kesik
kesik ikisi üçü birleşik veya tek
tek yazılı harfler.
mukattaat-ı hurûfiye:
sure başla-
rında bulunan ve birer ilâhî şifre
mahiyetini taşıyan harfler. (yâ sin.
elif lâmmîm. V.d.).
müddet:
süre, zaman.
münasebet-i adediye:
sayıca
meydana gelen denklik, uygunluk.
nevî:
çeşit, tür.
nihayet:
son.
Radıyallahü Anh:
Allah ondan ra-
zı olsun.
sâir:
diğer, başka, öteki.
sun’î:
yapmacık, uydurma, sahte.
suret:
biçim, şekil, tarz.
taklidî:
taklitle yapılan.
telif:
eser yazma.
tevafuk-ı hesabî:
hesaplamada
uygunluk, harflere rakam değeri
vererek manalar bulma.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
Ulûm-i riyaziye:
riyazî ilimler, ma-
tematikle ilgili ilimler.
ümmet:
Müslümanların tamamı;
bütün Müslümanlar.
zat:
kişi, şahıs.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim ada-
mı.
avam:
kültürlü, yüksek taba-
kadan olmayan; cahil halk ta-
bakası.
benîisrail:
İsrailoğulları, Yahu-
diler.
cifir:
harflere verilen sayı kıy-
meti ile geleceğe veya geçen
hâdiselere, ibarelerden tarih
veya isme dair işaretler çıkar-
mak ilmî.
düstur:
kaide, esas, prensip.
edebî:
edebiyatla ilgili, edebi-
yata ait.
edib:
edebiyatçı, edebiyatla
meşgul olan.
esrar-ı gaybiye:
gaybî sırlar,
görünmeyen sırlar.
esrar-ı huruf:
harflerin sırları.
Fâtır-ı Hakîm:
her şeyi bir
maksada uygun ve hikmetle
benzersiz bir şekilde yaratan
Allah (c.c.).
ferman:
emir, buyruk.
fıtrat-ı eşya:
eşyanın fıtratı,
eşyanın yaratılışına uygun, eş-
yanın tabiatına uygun.
gaybî:
gaybla ilgili, bilinme-
yenle ilgili.
hârika:
olağanüstü.
hesab-ı cifrî:
cifir hesabı.
hesab-ı ebcedî:
harflere veri-
1.
Elif, lâm, mîm. (Bakara Suresi: 1.) • Kef, hâ, yâ, ayn, sâd. (Meryem Suresi: 1.)
2.
İbni Kesir, Tefsirü'l-Kur'âni'l-Azim, 1:38; Tefsirü't-Taberi, 1:71-72.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 147 |
B
İRİNCİ
Ş
UA