düstur-i nizam ve bir kanun-i vahdet ve insicam ve bir me-
dar-ı tenasüb ve ittifak ve bir namus-i hüsün ve ittisak yap-
mış. Meselâ, nasıl ki iki elin ve iki ayağın parmakları,
asapları, kemikleri, hatta hüceyratları, mesamatları he-
sapça birbirine tevafuk ederler; öyle de, bu ağaç, bu ba-
harda ve geçen bahardaki çiçek, yaprak, meyvece teva-
fuk ettiği gibi, bu baharda dahi az bir farkla geçen baha-
ra tevafuk ve istikbal baharları dahi mazi baharlarına ih-
tiyar ve irade-i İlâhiyeyi gösteren sırlı ve az farkla muva-
fakatleri, Sâni-i Hakîm-i Zülcemal’in vahdetini gösteren
kuvvetli bir şahid-i vahdaniyettir.
İşte madem bu tevafuk-i cifrî ve ebcedî, bir kanun-i il-
mî ve bir düstur-i riyazî ve bir namus-i fıtrî ve bir usul-i
edebî ve bir anahtar-ı gaybî oluyor. Elbette menba-ı ulûm
ve maden-i esrar ve fıtratın tercüman-ı âyât-ı tekviniyesi
ve edebiyatın mu’cize-i kübrası ve lisanü’l-gayb olan
Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan, o kanun-i tevafukîyi işaratında is-
tihdam, istimal etmesi, i’cazının muktezasıdır.
İhtar bitti, şimdi sadede geliyoruz.
* * *
Sure-i Zümer, Casiye, Ahkâf’ın başlarındaki
(1)
p
º«/
µn
ër
dG /
õjp
õn
©r
dG $G n
øp
e p
ÜÉn
àp
µr
dG o
?j/
õr
æn
J
olan ayetler, sabık ih-
tarın ikinci noktasında, münasebet-i maneviyesi beyan
edildiğinden, burada yalnız cifrî remzini beyan edeceğiz.
Şöyle ki:
anahtar-ı gaybî:
gayp anahtarı,
gaybı açacak anahtar.
asap:
sinirler.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cifrî:
cifir hesabına ait.
cihet:
yön.
cüz:
kısım, parça.
cüz’î:
küçük, az.
dair:
alakalı, ilgili.
düstur-i nizam:
düzgünlük düstu-
ru, tertip prensibi.
düstur-i riyazî:
matematik kaide-
si.
ebcedî:
ebced hesabına ait.
ekseriyetle:
daha ziyadesiyle,
çoklukla, çoğunlukla.
feyz:
bolluk, bereket; ihsan, bağış.
fıtrat:
yaratılış, tabiat, mizaç, huy.
gayet:
son derece.
hüceyrat:
hücrecikler.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ihtiyar:
irade, tercih; kendi istek
ve arzularına göre hareket etme.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü çevi-
rip bakma.
insicam:
anlatılanların birbirleriyle
olan uyumluluğu, tutarlılığı, düz-
günlüğü.
irade-i İlâhiye:
Allah’ın iradesi, Ce-
nab-ı Hakkın dilediğini yapabilme
gücü, kudreti.
istihdam:
bir hizmette kullanma,
çalıştırma.
istikbal:
gelecek zaman.
istimâl:
kullanma.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
ittisâk:
dizilme, sıralanma, bir ni-
zam dahilinde sıralanma.
kanun-ı ilmî:
ilmî kanun, ilimle il-
gili kaide.
kanun-ı tevafukî:
tevafuka ait
prensip, denk gelmeye ait kanun.
kanun-ı vahdet:
birlik kanunu.
Kur’ân-ı Mucizül Beyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerlerini yap-
maktan aciz bırakan Kur’an.
lisanü’l-gayb:
gaybî bir dil; gayb-
dan, görünmeyenlerden haber ve-
ren dil.
maden-i esrar:
sırların kaynağı,
merkezi.
mazi:
geçmiş zaman.
medar-ı tenasüp:
uygunluk sebe-
bi.
menba-ı ulûm:
ilimlerin menbaı,
kaynağı.
mesamat:
mesamlar, delikler, gö-
zenekler.
mu’cize-i kübra:
en büyük mu’ci-
ze.
muktezâ:
iktiza eden, gereken.
muvafakat:
uyma, uyuşma,
uygunluk.
münasebet-i manevîye:
ma-
nevî münasebet, yakınlık, irti-
bat.
namus-i fıtrî:
yaratılış kanunu.
namus-i hüsün:
güzellik ka-
nunu.
remz:
işaret, gizli ve kapalı bir
surette ifade etme.
sabık:
geçmiş.
sadet:
konuşulan madde, asıl
konu.
Sâni-i Hakîm-i zülcemal:
gü-
zellik ve hikmet sahibi olan ve
her şeyi sanatla yaratan Allah.
sır:
gizli hakikat.
şahid-i vahdâniyet:
Allah’ın
tek ve benzersiz oluşunun, ku-
sur ve noksanlardan uzak olu-
şunun şahidi ve delili.
tercüman-ı ayat-ı tekviniye:
oluşla ve yaratılışla ilgili ayet-
lerin terecümanı.
tevafuk-ı cifrî:
cifirle ilgili te-
vafuk, cifrî hesaba göre birbiri-
ne denklik, uygunluk, müna-
sebet.
umumiyet:
genellik.
usul-i edebî:
edebiyatla ilgili
bir usul, kaide.
vahdet:
birlik ve teklik.
yekûn:
toplam.
1.
Bu Kur'ân, kudreti herşeye galip olan ve hikmeti herşeyi kuşatan Allah tarafından indiril-
miştir (Zümer Suresi: 1.)
B
İRİNCİ
Ş
UA
| 148 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ