ve budakları vardır” mealindeki hadisin hükmüyle, Kur’ân
hakkında nazil olan bu ayet-i kudsiye, fer’î bir tabakadan
ve bir mana-i işarîsiyle de Kur’ân’la münasebeti çok kuv-
vetli bir tefsirine bakmak, şe’nine bir nakîse değil, belki o
lisanü’l-gayptaki i’caz-ı manevîsinin muktezasıdır.
İKİNCİ NOKTA:
Bir tabakanın mana-i işarîsinin külliye-
tindeki efradının bu asırda tezahür eden ve münasebeti
pek kuvvetli bir ferdi
Risaletü’n-Nur
olduğunu, onu oku-
yan herkes tasdik eder.
Evet, ben Risaletü’n-Nur’un has şakirtlerini işhad ede-
rek derim:
Risaletü’n-Nur sair telifat gibi ulûm ve fünundan ve baş-
ka kitaplardan alınmamış. Kur’ân’dan başka mehazı yok,
Kur’ân’dan başka üstadı yok, Kur’ân’dan başka mercii
yoktur. Telif olduğu vakit hiçbir kitap müellifinin yanında
bulunmuyordu. Doğrudan doğruya Kur’ân’ın feyzinden
mülhemdir ve sema-i Kur’ânîden ve âyâtının nücumun-
dan, yıldızlarından iniyor, nüzul ediyor.
ÜÇÜNCÜ NOKTA:
Resaili’n-Nur
baştan başa ism-i Ha-
kîm ve Rahîmin mazharı olduğundan bu üç ayetin ahir-
leri ism-i Hakîm ile ve gelecek yirmi beşinci dahi Rah-
man ve Rahîm ile bağlamaları münasebet-i maneviyeyi
cidden kuvvetlendiriyor. İşte bu kuvvetli münasebet-i ma-
neviyeye binaen deriz ki:
(1)
p
ÜÉn
à`p
µ
r
dG o
?j/
õr
æn
J
cümlesinin sa-
rih bir manası Asr-ı Saadette vahiy suretiyle Kitab-ı Mü-
bin’in nüzulü olduğu gibi, mana-i işarîsiyle de, her asırda
haber veren dil.
mana-i işarî:
yazı ve işaretlerle ifa-
de edilen mana.
mazhar:
bir şeyin çıktığı göründü-
ğü yer; nail olma, şereflenme.
mehaz:
menba, bir şeyin aslının
alındığı kaymak.
merci:
merkez, kaynak, müracaat
edilecek yer.
muktezâ:
iktiza eden, gereken.
müellif:
eser telif eden, yazan.
mülhem:
ilham olunmuş.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
münasebet-i manevîye:
manevî
münasebet, yakınlık, irtibat.
nakîse:
eksiklik, noksanlık, kusur.
nazil:
nüzul eden, inen.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
nücum:
yıldızlar.
nüzul:
Kur’ân’ın vahiy yoluyla Hz.
Muhammed’e indirilmesi.
Rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
Rahman:
sonsuz merhamet sahi-
bi ve şefkatle bütün varlıkları rızık-
landıran Allah.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi, Bedi-
üzzaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sâir:
diğer, başka, öteki.
sarih:
açık, âşikar.
sema-yı Kur’ânî:
Kur’an’ın seması.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şe’n:
iş, durum, özellik, yapı.
tabaka:
derece, kat.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, açıklaması.
telif:
eser yazma.
telifât:
telifler.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
ulûm:
ilimler.
üstat:
öğretici, öğretmen.
vahiy:
Cenab-ı Hakkın dilediği hü-
kümleri, sırları ve hakikatleri pey-
gamberlere bildirmesi.
ahir:
son.
asır:
yüzyıl.
Asr-ı Saadet:
Peygamberimiz
Hz. Muhammed’in (asm) pey-
gamber olarak dünyada bu-
lunduğu devir.
ayat:
Kur’ân ayetleri.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
ayet-i kudsiye:
Kur’ân’ın kud-
sî ayeti.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cidden:
ciddî olarak, gerçek
olarak.
efrat:
fertler.
fer’î:
teferruat, ayrıntı.
feyiz:
bolluk, bereket; ilim, ir-
fan.
fünun:
fenler.
hâs:
hususî, mahsus, özel.
i’caz-ı manevî:
manen mu’ci-
ze oluş.
ism-i Hakîm:
Hakîm ismi; Ce-
nab-ı Hakkın hikmetle, fayda-
ları takip ederek iş gören ma-
nasındaki ismi.
ism-i Rahîm:
bütün mahlûkatı
sonsuz rahmet ve merhameti
ile kuşatan anlamında Cenab-ı
Hakk’ın bir ismi.
işhat:
şahit gösterme, tanık
getirme.
Kitab-ı Mübin:
Kur’ân-ı Kerîm.
külliyet:
bütünlük, umumîlik.
lisanü’l-gayp:
gaybî bir dil;
gayptan, görünmeyenlerden
1.
Bu Kur’ân indirilmiştir. (Zümer Suresi: 1.)
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 145 |
B
İRİNCİ
Ş
UA