Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 146

o Kitab-ı Mübin’in mertebe-i arşiyesinden ve mu’cize-i
maneviyesinden feyz ve ilham tarikıyla onun gizli haki-
katleri ve hakikatlerinin bürhanları iniyor, nüzul ediyor di-
yerek şu asırda bir şakirdini ve bir lem’asını cenah-ı hi-
mayetine ve daire-i harimine bir hususî iltifat ile alıyor.
DÖRDÜNCÜ NOKTA:
İşte bu Risalede mezkûr otuz üç
ayet-i meşhurenin bilittifak, tekellüfsüz, manaca ve cifir-
ce
Resaili’n-Nur
’un başına parmak basmaları ve başta
Ayeti’n-Nur on parmakla ona işaret etmesi, eskiden beri
ulema ortasında ve edibler mabeyninde meşhur bir düs-
tur ve hakikatli bir medar-ı istihracat ve hatta hususî ta-
rihlerde ve mezar taşlarında ediblerin istimal ettikleri ma-
ruf bir kanun-i ilmî iledir. Eğer o kanuna tasannu karış-
mazsa, işaret-i gaybiye olabilir. Eğer sun’î ve kastî yapıl-
sa, yalnız bir letafet, bir zerafet, bir cezalet olur.
Evet, edibler hususî ve şahsî tarihlerde onun taklidini
yapmakla kelâmlarını güzelleştirdikleri; hem cifir ilminin
en esaslı bir kaidesi ve mühim bir anahtarı olan makam-ı
ebcedî ile işaret ise, her cihetle ayn-ı şuur ve nefs-i ilim ve
mahz-ı irade ve tesadüfî halleri olmayan ve lüzumsuz mad-
deleri bulunmayan Kur’ân’ın bu kadar âyât-ı meşhuresi ic-
ma ile ve ittifakla Risalei’n-Nur’a işaret ve tevafukları sa-
rahat derecesinde onun makbuliyetine bir şahadettir ve
hak olduğuna bir imzadır ve şakirtlerine bir beşarettir.
BEŞİNCİ NOKTA:
Bu hesab-ı ebcedî, makbul ve umu-
mi bir düstur-i ilmî ve bir kanun-i edebî olduğuna deliller
pekçoktur. Burada yalnız dört beş tanesini numune için
beyan edeceğiz.
asır:
yüzyıl.
ayet-i meşhure:
meşhur ayet.
Ayetü’n-Nur:
Nur ayeti, Nur suresi
35. ayet.
ayn-ı şuur:
tam şuurluluk.
beşaret:
müjde.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
bilittifak:
ittifakla, beraberce, el-
birliğiyle.
bürhan:
bir şeyi ispatlamak için
kullanılan kesin delil.
cenah-ı himayet:
koruma yönü,
himayet tarafı.
cezalet:
ahenkli, akıcı ve güzel ifa-
de.
cifir:
harflere verilen sayı kıymeti
ile geleceğe veya geçen hâdisele-
re, ibarelerden tarih veya isme da-
ir işaretler çıkarmak ilmî.
cihet:
yön.
daire-i harîm:
mahrem, hususî
daire.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
düstur:
kaide, esas, prensip.
düstur-i ilmî:
ilmî düstur, kaide,
kural.
edib:
edebiyatçı, edebiyatla meş-
gul olan.
feyz:
bolluk, bereket; ihsan, bağış.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek, esas.
hesab-ı ebcedî:
harflere verilen
sayı değerleriyle ibarelerden geç-
mişe ve geleceğe ait işaretler çı-
karmak, tarih düşürmek.
hususî:
özel.
icma:
bir konu üzerinde fikir birli-
ğine varma, fikir birliği.
ilham:
belli bilgi vasıtalarına baş-
vurmadan Allah tarafından insanın
kalbine veya zihnine indirilen ma-
na.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü çevi-
rip bakma.
istimâl:
kullanma.
işaret-i gaybiye:
gaypla ilgili işa-
ret; Hz. Peygamber, müçtehit
imamlar tarafından gayba ait veri-
len haberler, işaret yolu ile yapılan
açıklamalar.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
kaide:
kural, esas, düstur.
kanun-ı edebî:
edebiyat kaidesi,
edebiyat kuralı.
kanun-ı ilmî:
ilmî kanun, ilimle il-
gili kaide.
kasdî:
kastederek, isteyerek, bile
bile yapılan.
Kitab-ı Mübin:
Kur’ân-ı Kerîm.
lem’a:
parıltı.
letafet:
latiflik, hoşluk, incelik.
mabeyn:
ara.
mahz-ı irade:
iradenin kendi-
si, gerçek irade kuvveti.
makam-ı ebcedî:
ebcetle ilgili
makam, ebcedî mana, ebcedî
hesap.
makbul:
kabul edilmiş, geçerli.
makbuliyet:
makbullük, be-
ğenilmişlik, geçerlilik.
maruf:
herkesçe bilinen.
medar-ı istihracat:
çıkışlar, bir
şeyden bir şeyi çıkarma sebe-
bi.
mertebe-i arşiye:
yüksek de-
rece, yüksek mevki.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
mu’cize-i manevîye:
manevî
mu’cize.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
nefs-i ilim:
ilmin ta kendisi.
nümune:
örnek.
nüzul:
Kur’ân’ın vahiy yoluyla
Hz. Muhammed’e indirilmesi.
sarahat:
sarihlik, açıklık, belir-
lilik.
sun’î:
yapmacık, uydurma,
sahte.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tarik:
yol.
tasannu:
yapmacık.
tekellüf:
gösteriş, yapmacık,
sahte tavır.
tesadüfî:
tesadüfle ilgili, rast-
gele, tesadüf olarak.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
zerâfet:
incelik, zariflik.
B
İRİNCİ
Ş
UA
| 146 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
1...,136,137,138,139,140,141,142,143,144,145 147,148,149,150,151,152,153,154,155,156,...560
Powered by FlippingBook