Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 152

(1)
º«/
M s
ôdG p
ø'
ªr
Ms
ôdG $G p
ºr
°ùp
H
okuduğu zamanına tam tamına
tevafukla parmak basıyor, arkasını sıvatıyor, “Haydi git,
selâmetle çalış” remzen diyor.
Üçüncü vecihte
, yani bin iki yüz doksan üç veya dört
olan makam-ı cifrîsiyle, o tercümanın besmele-i hayat-ı
dünyeviyesinin iptidasına tam tamına tevafuk sırrıyla ima
eder ki, onun hayatı çok dehşetli dağdağaları ve fırtınala-
rı görmek ve çekmekle beraber daima Rahman ve Rahîm
isimlerinin mazharı olarak rahmetle muhafaza ve şefkat-
le terbiye edileceğini remzen mün'imane haber veriyor.
Bu suretle Kur’ân’ın manevî i’cazından ihbar-ı gaybî
nev’inin bir şuaını gösteriyor.
Yirmi Altıncı Ayet:
Sure-i Hud’da
(2)
l
ó«/
©n
°Sn
h w
»p
?n
°T r
ºo
¡r
æp
ªn
a
ayetinin iki satır son-
ra gelen
(3)
p
ás
æ`n
ér
dG »p
Øn
a Gho
óp
©o
°S n
øj/
òs
dG És
en
Gn
h
ayetidir.
Şu ayetin şeddeli
?
ve şeddeli
?
ve şeddeli
¿
ikişer sa-
yılmak ve
p
ás
æn
ér
dn
G
’deki
ä
vakıfta
g
olduğundan olmak ci-
hetiyle, makam-ı cifrîsi bin üç yüz elli iki olmakla tam ta-
mına Resaili’n-Nur Şakirtlerinin en me’yusiyetli ve musi-
betli zamanları olan bin üç yüz elli iki tarihine tam tamı-
na tevafukla o acınacak hallerinde kudsî ve semavî bir te-
selli, bir beşarettir. Ve ayetin münasebet-i maneviyesi bir
iki risalede, yani Keramat-ı Aleviyede ve Gavsiyede be-
yan edilmiştir.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
besmele-i hayat-ı dünyeviye:
dünya hayatının başlangıcı.
beşaret:
müjde.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cihet:
yön.
dağdağa:
gürültü, beyhude telaş
ve ıztırap.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
hâl:
durum, vaziyet.
i’caz:
mu’cizelik, insanların benze-
rini yapmaktan âciz kaldıkları şeyi
yapmak.
ihbar-ı gaybî:
gayba ait haber,
geçmiş veya gelecek zamana ait
haber.
ima:
işaretle anlatma, üstü kapalı
ifade etme.
iptida:
baş, başlangıç.
Keramat-ı Aleviye ve Gavsiye:
Hz. Ali’ye ve Abdulkadir Geylanî
hazretlerine ait kerametler, olağa-
nüstü, fevkalâde haller.
kudsî:
mukaddes, yüce.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam, ci-
fir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mazhar:
bir şeyin çıktığı göründü-
ğü yer; nail olma, şereflenme.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
muhafaza:
koruma.
musibet:
felaket, bela.
mün’imane:
nimet verircesine; ni-
met verene, ikram edene yakışır
şekilde.
münasebet-i manevîye:
manevî
münasebet, yakınlık, irtibat.
nev:
tür, çeşit.
Rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
Rahman:
sonsuz merhamet sahi-
bi ve şefkatle bütün varlıkları rızık-
landıran Allah.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara maddî ve manevî ni-
metler vermesi.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
selâmet:
salimlik, eminlik,
kurtuluş, korku ve endişeden
uzak olma.
semavî:
semaya ait, gökten
gelen; Allah tarafından olan,
İlâhî.
sır:
gizli hakikat.
Sure-i Hud:
Hud suresi.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci .
şedde:
Arapça ve Farsçada iki
defa okunması gereken bir
harfin üzerine konulan ve o
harfi iki defa okutan işaret.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten ve karşılıksız
merhamet.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından
uzanan ışık telleri.
terbiye:
besleyip büyütme,
yetiştirme, eğitme.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
vakf:
Arapça bir kelimenin so-
nunu harekesiz olarak okuma.
vecih:
cihet, yön.
1.
Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
2.
O gün insanlardan şakîler ve saîdler vardır. (Hûd Suresi: 105.)
3.
Saîdlere gelince, onlar da Cennette kalacaklardır. (Hûd Suresi: 108.)
B
İRİNCİ
Ş
UA
| 152 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
1...,142,143,144,145,146,147,148,149,150,151 153,154,155,156,157,158,159,160,161,162,...560
Powered by FlippingBook