o
?Én
ær
dn
õr
fn
G l
ÜÉn
àp
`c y
'
ôdG
cümlesinin makamı Risaletü’n-Nur’un bi-
rinci ismine tam tamına tevafuk etmesi, Risaletü’n-
Nur’un, Kitab-ı Münzelin tam bir tefsiri ve manası oldu-
ğunu ve ondan yabanî olmadığını remzen ifade eder.
Çünkü
y
'
ôdG
üç yüz seksen iki,
l
ÜÉn
à`p
c
dört yüz yirmi üç,
o
?Én
ær
dn
õr
fn
G
yüz kırk dört, yekûnu dokuz yüz kırk dokuz; eğer tenvin
nun sayılsa dokuz yüz doksan dokuz ederek, Risaletü’n-
Nur’un (eğer şeddeli
¿
, bir
¿
sayılsa) adedi olan dokuz
yüz kırk sekize, (eğer şeddeli
¿
, iki
¿
olsa) dokuz yüz dok-
san sekize sırlı, yani vahiy olmadığını ifade için birtek fark-
la tevafuk edip ona ima eder.
Elhasıl:
Bu birtek ayette mezkûr beş cümlenin müna-
sebet-i maneviyeyi gözeterek beş adet imaları bir kuvvetli
işaret, belki bir delâlet hükmüne geçebilir kanaati bana
bunu yazdırdı. Hata etmişsem, Kitab-ı Mübin’i şefaatçi
edip Erhamürrahimînden kusurumun affını niyaz ederim.
(1)
o
º«/
µn
?r
G o
º«/
?n
©r
dG n
âr
fn
G n
?s
fp
G y
É`n
æn
à`r
ªs
?n
YÉn
e s
’p
G BÉn
æn
d n
ºr
?p
Yn
’ n
?n
fÉn
ër
Ño
°S
®
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
delâlet:
delil olma, gösterme; ala-
met, işaret.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle, kı-
saca.
Erhamü’r-Râhimîn:
merhamet
edenlerin en merhametlisi olan
Allah.
hükmüne:
yerine, değerine.
ima:
işaretle anlatma, üstü kapalı
ifade etme.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
Kitab-ı Mübin:
Kur’ân-ı Kerîm .
Kitab-ı Münzel:
inzal edilmiş, indi-
rilmiş İlâhî kitap.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
münasebet-i manevîye:
ma-
nevî münasebet, yakınlık, irti-
bat.
niyaz:
Allah’a yalvarma ve ya-
karma.
remzen:
remiz ile, işaret ede-
rek, işaretle.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
sır:
gizli hakikat.
şedde:
Arapça ve Farsçada iki
defa okunması gereken bir
harfin üzerine konulan ve o
harfi iki defa okutan işaret.
şefaat:
birinden başkasının
kusurlarının veya suçunun ba-
ğışlanmasını dileme.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, açıklaması.
tenvin:
Arapça bir kelimenin
sonunu nun gibi okutmak
üzere konulan işaret; kelime-
nin sonuna iki üstün (en), iki
esre.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
vahiy:
Cenab-ı Hakkın dilediği
hükümleri, sırları ve hakikatle-
ri peygamberlere bildirmesi.
yabanî:
ayrı, farklı, yabancı.
yekûn:
toplam.
1.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz
yoktur. Sen herşeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Suresi: 32.)
B
İRİNCİ
Ş
UA
| 160 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ