sarih bir surette gayptan haber vermek, çok zararları bu-
lunduğundan, hikmete münafi olduğu cihetle hikmet-i İlâ-
hiye tarafından yasak olmasa idi tasrih edecekti.
Meselâ, sureleri tadat ederken, yirmi beşinciye geldiği
vakit diyor ki:
@ r
än
Qu
ƒo
c o
¢ùr
ªs
°ûdGn
h p
õ«/
ªr
¡s
àdG p
In
Qƒ°o
ùp
Hn
h @ m
?p
FBÉ°n
Sn
h m
¿ƒo
f s
ºo
K n
?n
QÉn
Ñn
J u
?n
ëp
H
@ r
ân
Hs
ôn
?n
J o
Qƒo
eo
’r
G n
?p
d r
ân
Hn
ôn
àr
bp
Ép
Hn
h @ …'
ƒn
g Gn
Pp
G p
ºr
és
ædGn
h Gk
hr
Qn
P p
äÉn
jp
QGs
òdÉp
Hn
h
@ r
ân
ds
õn
æn
J r
ón
b Én
en
h …/
QÉn
?r
dG n
CGn
ôn
b Én
e n
On
ón
Y @ Ék
àn
`j'
G n
h Ék
H r
õp
M p
¿'
Gr
ôo
?r
dG p
In
Qƒo
°ùp
Hn
h
(1)
@ r
ân
?°s
†n
Øn
J Ék
Ñr
à`o
c n
âr
dn
õr
fn
G BÉ n
e u
?o
c '
¤n
Y @ …/
òs
dG n
?p
?r
°†n
Øp
H n
…n
’r
ƒn
e Én
j n
?o
?n
Ä°r
Sn
Én
a
İşte bu fıkralarda Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesini
hayrette bırakan ve üstünde gözle görünen bir kerame-
tiyle ve kıyamet ve haşri ispat eden harika hüccetleriyle
iştihar eden Yirmi Dokuzuncu Söze Hazret-i İmam-ı Ali
Radıyallahü Anh, zikir ve tadat ettiği surelerin yirmi do-
kuzuncu mertebesinde
(2)
r
än
Qu
ƒo
c o
¢ùr
ªs
°ûdGn
h
ile ona işaret
eder. Çünkü, kıyamet kopmasından gayet dehşetli haber
veren
(3)
r
än
Qu
ƒo
c o
¢ùr
ªs
°ûdG Gn
Pp
G
suresine tam mutabık bir su-
rette o Yirmi Dokuzuncu Söz, kıyametin ve harab-ı âle-
min ve mevt-i dünyanın ve hayat-ı ahiretin ve ihya-i em-
vatın kat’î hüccetlerini beyan ederken, bu surenin dehşetli
tasvirini zikretmesi, hem manada, hem yirmi dokuzuncu
mertebede tetabukları o işareti ispat eder.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
cihet:
yön.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gayet:
son derece.
gayp:
gizli olan, görünmeyen şey-
ler ve alemler.
harab-ı âlem:
âlemin yıkılması, kı-
yametin kopması.
hârika:
olağanüstü.
haşr:
kıyametten sonra bütün in-
sanların bir yere toplanmaları, Al-
lah’ın ölüleri diriltip mahşere çıkar-
ması.
hayat-ı âhiret:
âhiret hayatı.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hikmet-i İlâhiye:
Allah’ın hikmeti,
mahlûkatın yaratılışında Allah’ın
gayeleri.
hüccet:
delil.
ihya-yı emvat:
ölüleri diriltme.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
iştihar:
meşhur olma, şöhret bul-
ma, tanınma.
kandil:
lamba.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya ta-
biatüstü hâdiseler.
kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte yı-
kılıp mahvolması.
mertebe:
derece, basamak.
meselâ:
örneğin.
mevt-i dünya:
dünyanın ölümü.
mutabık:
uygun.
münâfi:
zıt, aykırı.
radıyallahü anh:
Sahabe veya İs-
lâm büyüklerinin adı geçtiğinde
söylenilen “Allah ondan razı olsun”
manasında dua. Tek erkek için
söylenir.
Rahim:
sonsuz merhamet sa-
hibi olan Allah.
Rahman:
sonsuz merhamet
sahibi ve şefkatle bütün var-
lıkları rızıklandıran Allah.
sarih:
açık, âşikar.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tadat:
sayma.
tasrih:
açık açık söyleme,
açıktan açığa bildirme, açıkça
anlatma.
tasvir:
resmini yapma.
tetabuk:
birbirine uygun gel-
me, uyma.
zikir:
anma, bildirme.
zikretmek:
anmak, bildirmek.
1.
Mülk (Tebareke), Kalem (Nun), Mearic, Hümeze, Tekvir, Zariyat, Necm ve Kamer (Ikterabet)
Surelerinin hürmetine her iş bana yakın oldu. Ve hizip hizip, ayet ayet nazil olan Kur’ân su-
relerinin hakkı için, bunları okuyanların okumaları adedince ve nazil olan ayet ve surelerin
sayısınca, indirdiğin bütün faziletli kitapların faziletleri hürmetine Senden yardım diliyorum
ey Rabbim!
2.
Tekvir Suresi hürmetine…
3.
Güneş dürülüp toplandığında. (Tekvir Suresi: 1.)
S
EKİZİNCİ
Ş
UA
| 168 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ