(1)
n
¿ƒt
Ñp
ën
à°r
ùn
j n
øj/
òs
dn
G
’nin makamı bin üç yüz yirmi yedi, eğer
şeddeli
?
ve
Ü
ikişer sayılsa, Arabî tarihiyle bin üç yüz
elli dokuz edip o tuğyanlı taifenin savletli zamanını göste-
rerek tam tevafukla bakar.
(2)
Ék
Ln
ƒp
Y Én
¡n
fƒo
¨r
Ñn
jn
h
’nin makamı,
tenvin
nun
olmak cihetiyle, bin iki yüz dokuz ederek şe-
riat-ı İslâmiyeye sû-i kast olarak ecnebî kanunlarını adli-
yeye sokmak fikri ve teşebbüsü tarihine tam tamına te-
vafukla bakar. Ve bu emareler gibi çok îmâlarla baştaki
ayetin kuvvetli işaret ettiği Risale-i Nur’un muarızlarına
zahir bir surette baktığı gibi, mefhum-i muhalifi delâletiy-
le dahi Risale-i Nur’a tam bakar. Hatta dördüncü ayette
Risale-i Nur’un Türkçe olmasını tahsin eder ve beşincide
Arabî ve Türkçeyi tam bilmeyen ve mürşitleri ve âlimleri
perişan olan vilâyat-ı şarkiyede Risale-i Nur imdatlarına
ve her taifeden ziyade başlarına gelen hâdiseler ve ayet-
te
(3)
$G p
?És
jn
Ép
H
tabir edilen elîm vakıaları hatırlarına getir-
mekle ikaz ve irşad etmelerine bir mana-i işarî ve remzî
ile emrediyor.
Bu ahirki ehemmiyetli işareti beyan etmeme şimdilik
izin olmadığından yalnız her birinin birtek remzi gayet kı-
sa beyan edilecek. Şöyle ki:
DÖRDÜNCÜ AYETİN
(4)
r
ºo
¡n
d n
øu
«n
Ño
«p
d /
¬p
er
ƒn
b p
¿Én
°ùp
?p
H s
’p
G m
?ƒo
°Sn
Q r
øp
e Én
ær
?n
°Sr
Qn
G BÉ n
en
h
cümlesi
makam-ı cifrîsiyle ve baştaki ayetin işaretleri karinesiyle,
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire .
ahir:
son.
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı .
Arabî:
Arap diline ait.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
beyan:
anlatma, açık söyleme, bil-
dirme, izah .
cihet:
yön.
delâlet:
delil olma, gösterme .
ecnebi:
yabancı.
ehemmiyetli:
önemli.
elîm:
şiddetli, çok dert ve keder
veren.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
gayet:
son derece.
hâdise:
olay.
hâk:
doğruluk, gerçek, hakikat; Al-
lah.
ikaz:
uyarı.
ima:
işaretle anlatma, üstü kapalı
ifade etme.
imdat:
yardım.
irşat:
doğru yolu gösterme, gaflet-
ten uyandırma.
karine:
işaret, ipucu, iz, delil.
makam:
.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam, ci-
fir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
mana-yı işarî:
yazı ve işaretlerle
ifade edilen mana.
mana-yı remzî:
işaretlerle anlatıl-
mak istenen mana.
mefhum-ı muhalif:
bir sözde biz-
zat kast edilen mananın tersinden
anlaşılan, zıt anlam.
muarız:
muhalefet eden, karşı çı-
kan, muhalif.
mürşit:
bir tarikatın başında bulu-
nan, tarikat bağlılarını uyaran, on-
ları manevî bir terbiyeyle yetişti-
ren, marifet ve irfan nuruyla ay-
dınlatan kimse, şeyh .
remiz:
işaret, bir manayı ifade
eden veya bir manaya delalet
eden işaret ve şekil.
savlet:
şiddetli hücum, saldırma.
su-i kast:
kötü kasıt, kötü niyet;
kötü kasıtla iş yapma, tuzak kur-
ma .
Sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şedde:
Arapça ve Farsçada iki defa
okunması gereken bir harfin üzeri-
ne konulan ve o harfi iki defa oku-
tan işaret.
şeriat-ı İslâmiye:
İslâm şeriatı.
tabir:
ifade.
tahsin:
beğenme, güzel bulma
.
taife:
takım, güruh.
tenvin:
Arapça bir kelimenin
sonunu nun gibi okutmak
üzere konulan işaret; kelime-
nin sonuna iki üstün (en), iki
esre.
teşebbüs:
girişim, bir işi yap-
mak için harekete geçme.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
tuğyan:
azma, azgınlık, hid-
detlenme.
vakıa:
olay.
vilayat-ı şarkiye:
şark vilayet-
leri, doğu illeri.
zahir:
açık, âşikar.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Seve seve tercih ederler.
2.
Doğru yolu eğri olarak gösterirler.
3.
Allah’ın geçmişteki nimet ve azap günleri. (İbrahim Suresi: 5.)
4.
Hak dini onlara açıklasın diye, her peygamberi Biz kendi kavminin lisanıyla gönderdik. (İb-
rahim Suresi:
B
İRİNCİ
Ş
UA
| 164 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ