(1)
W
[İmam-ı Ali’nin (radıyallahü anh) Risale-i Nur’a dair üçün-
cü bir kerametidir.]
Evet, On Sekizinci ve Yirmi Sekizinci Lem’alarda izah
ve ispat edilen iki zahir kerametini teyit ve takviye ede-
rek kaside-i
Celcelûtiye
’sinde,
Siracünnur’
dan sarahat de-
recesinde haber verdiği gibi, yine o kasidede
Siracün-
nur’
un en namdar risalelerine parmak basıyor, âdeta al-
kışlıyor ve sekiz adet remiz ile meşhur bir kısım risaleleri-
ni gösteriyor.
Birincisi:
Risale-i Nur’a tasrih eden
(2)
k
án
fÉn
«n
H Gv
ôp
°S p
Qƒt
ædG o
êGn
ôp
°S o
OÉn
?o
J
fık-
rasından sonra Süryanî lisanıyla Esma-i Hüsnadan istim-
dat ve suver-i Kur’âniye ile bir münacat yapıyor. Tam
otuz üç surelerle öyle garip ve manidar bir tarzda zikredi-
yor ki, bir kısım sırları ve gaybî haberleri dahi bildirmek
istediği anlaşılıyor. Ben sıkıntılı bir zamanda İmam-ı
Ali’nin (radıyallahü anh)
Ayetü’l-Kübra
namını verdiği Ye-
dinci Şuaı bitirdiğim aynı vakitte –itikadımca bana acele
bir mükâfat ve bir ücret olarak– geceleyin
Celcelûtiye’
yi
okudum.
Birden bir ihtar-ı gaybî gibi kalbime denildi:
İmam-ı Ali Radıyallahü Anh Risale-i Nur ile çok meş-
guldür. Mecmuundan haber verdiği gibi kıymettar risale-
lerine de işaret derecesinde remzedip ima ediyor. Eğer
âdeta:
sanki.
dair:
alakalı, ilgili.
esma-yı hüsna:
Allah’ın adları,
Allah’ın doksan dokuz güzel
ismi.
garip:
tuhaf, şaşılacak.
gaybî:
gaypla ilgili, görünme-
yenlere ait.
ihtar-ı gaybî:
gaybî olarak ya-
pılan hatırlatma, uyarı.
ima:
işaretle anlatma, üstü ka-
palı ifade etme.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istimdat:
medet dileme, im-
dat isteme, yardıma çağırma.
itikat:
kesin inanma, iman.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
Kaside:
belli bir amaçla yazıl-
mış divan şiiri ve bu şiirin na-
zım şekli.
kaside-i Celcelûtiye:
Hz.
İmam-ı Ali’nin Hz. Peygambe-
rin derslerine istinaden kale-
me aldığı ve aslı cifir ve ebcet
hesabı ile alâkalı olarak telif
edilen Süryanice kaside.
keramet:
Allah’ın velî kulların-
da görülen olağanüstü hâller
veya tabiatüstü hâdiseler.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
lisan:
dil.
1.
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
2.
Nurun kandili gizli olarak yakılıp aydınlatılır.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 167 |
S
EKİZİNCİ
Ş
UA
manidar:
nükteli, ince manalı.
mecmu:
toplam, tüm.
meşgul:
bir işle uğraşan, ilgilenen.
meşhur:
şöhretli, herkesin bildiği,
yaygınlık kazanmış.
mükâfat:
iyi bir iş, hizmet veya
başarıdan ötürü verilen şey, ödül.
münacat:
Allah’a dua ve yalvarma
maksadıyla yazılan şiir.
nam:
ad.
namdar:
meşhur, ünlü, şöhretli,
namlı.
radıyallahü anh:
Sahabe veya İs-
lâm büyüklerinin adı geçtiğinde
söylenilen “Allah ondan razı olsun”
manasında dua. Tek erkek için
söylenir.
remiz:
kelime ve cümleye yükle-
nilmiş gizli mana, şifre, sembol.
sarahat:
sarihlik, açıklık, belirlilik.
sır:
gizli hakikat.
Siracünnur:
Risale-i Nur Külliyatın-
dan, Said Nursî’nin bir eseri.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
suver-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın sure-
leri.
süryanî:
Suriye ve Türkiye’nin gü-
ney doğusunda yaşayan, Sami ır-
kından bir Hıristiyan topluluğu.
takviye:
kuvvetlendirme, sağlam-
laştırma, teyit ve tasdik etme.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tasrih:
açık açık söyleme, açıktan
açığa bildirme, açıkça anlatma.
teyit:
kuvvetlendirme, sağlamlaş-
tırma; doğru çıkarma.
zahir:
açık, âşikar.
zikretmek:
anmak, bildirmek.