Hem, tahavvülât-ı zerratta boğulan maddiyyunları sus-
turan ve zerratın tahavvülâtı ve harekâtını, vazife ve inti-
zamlarını emsalsiz bir tarzda ispat eden Otuzuncu Söz na-
mındaki Zerrat Risalesine Hazret-i İmam-ı Ali Radıyalla-
hü Anh, otuzuncu mertebede
(1)
Gk
hr
Qn
P p
äÉn
jp
QGs
òdG Ép
Hn
h
kase-
miyle ona işaret eder. Evet bu işarette lâfzen ve sureten
Sure-i
p
äÉn
jp
QGs
òdGn
h
ve
Risale-i Zerrat
, birbirine müşabehet-
le beraber mana cihetiyle dahi münasebet var. Çünkü,
sure-i
(2)
Gk
hr
Qn
P p
äÉn
jp
QGs
òdGn
h
’ın başında “
Tesadüfî ve intizam-
sız zannedilen temevvücat-ı havaiye, gayet hikmetli ve va-
zifedar olarak rububiyetin tekvinî emirlerini etrafa yetişti-
rir
” diye ifade ettiği gibi, Risale-i Zerrat dahi maddiyyun-
lar tarafından tesadüfî ve intizamsız telâkki edilen hare-
kât-ı zerrat dahi, gayet hikmetli ve o zerreler muntazam
vazifelerle vazifedar olduklarını gayet kuvvetli ve kat’î bür-
hanlar ile ispat ediyor.
Hem, Mirac-ı Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâmı
delâil-i akliye ile gayet makul ve kat’î bir surette ispat
eden ve Otuz Birinci Söz namında ve mertebesinde
bulunan Risale-i Miraç’a, Hazret-i İmam-ı Ali (ra) otuz
birinci mertebede Mirac-ı Ahmedî (asm) ve Kab-ı
Kavseyndeki müşahede ve mükâlemeyi sarih bir surette
başlayan Sure-i
(3)
…'
ƒn
g Gn
Pp
G p
ºr
és
æ`dGn
h
’nın başında bulunan
…'
ƒn
g Gn
Pp
G p
ºr
és
ædGn
h
cümlesi ile sarahate yakın bir tarzda o
lafzen:
sözlü olarak.
maddiyyun:
maddenin ezelî ve
ebedî olduğuna, sonradan yaratıl-
mamış bulunduğuna inananlar,
maddeye bağlı kalanlar, maddeci-
ler, materyalistler.
makul:
akla yakın, akla uygun, ak-
lın kabul edeceği.
mertebe:
derece, basamak.
Mirac-ı Ahmedî:
Peygamberimi-
zin (asm) Cenab-ı Hakk’ın huzuru-
na ruhen, cismen ve hâlen çıkması
mu’cizesi.
Mirac-ı Muhammedî:
Peygambe-
rimizin (asm) Cenab-ı Hakk’ın hu-
zuruna ruhen, cismen ve hâlen
çıkması mu’cizesi.
muntazam:
nizamlı, intizamlı, dü-
zenli ve düzgün biçimde.
mükâleme:
konuşma.
münasebet:
ilgi, ilişki; münasiplik,
uygun olma.
müşabehet:
benzeme, benzeyiş.
müşahede:
İlâhî sırları ve tecellleri
seyretme.
nam:
ad.
radıyallahü anh:
Sahabe veya İs-
lâm büyüklerinin adı geçtiğinde
söylenilen “Allah ondan razı olsun”
manasında dua. Tek erkek için
söylenir.
Risale-i Mirac:
Mirac Risalesi, Risa-
le-i Nur Külliyatından 31. söz.
Risale-i Zerrât:
Risale-i Nur Külli-
yatından zerreler risalesi anlamın-
da 30. söz.
rububiyet:
Cenab-ı Hakk’ın her za-
man, her yerde, her mahluka
muhtaç olduğu şeyleri vermesi,
onu terbiye etmesi ve idaresi al-
tında bulundurma vasfı.
sarahat:
sarihlik, açıklık, belirlilik.
sarih:
açık, âşikar.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sureten:
suret olarak, görünüş iti-
barıyla, şekilce, şekil olarak.
tahavvülât:
tahavvüller, değişme-
ler.
tahavvülât-ı zerrat:
zerrelerin de-
ğişmesi, atomlardaki bir hâlden
başka bir hâle geçme, değişiklik.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tekvinî:
tekvin ile ilgili, yaratmaya,
var etmeye dair.
telâkki:
anlama, kabul etme.
temevvücât-ı havaiye:
havadaki
dalgalanma.
tesadüfî:
tesadüfle ilgili, rastgele,
tesadüf olarak.
tesadüfî:
tesadüfle ilgili, rastgele,
tesadüf olarak.
vazife:
görev.
vazifedar:
vazifeli, vazifesi olan, iş
gören.
zerrat:
zerreler, atomlar.
zerre:
en küçük parça, molekül,
atom.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘sa-
lât ve selam onun üzerine ol-
sun’ anlamında Hz. Muham-
med’e dua.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cihet:
yön.
delâil-i akliye:
akıl ile bulunan
deliller, akla ait deliller, akılla
anlaşılabilen deliller.
emsalsiz:
benzersiz.
gayet:
son derece.
harekât:
hareketler.
harekât-ı zerrat:
zerrelerin,
atomların hareketleri.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
intizam:
düzenlilik, düzgün-
lük.
intizamsız:
düzensiz, düzgün
olmama.
ispat:
kanıtlama.
Kab-ı Kavseyn:
iki yay mesa-
fesi; Hz. Muhammed’in Mirac’a
çıkışıyla vardığı son nokta; bü-
tün yaratılanları arkasına alıp
Yaratanla müşerref ve muha-
tap olduğu makam.
kasem:
yemin, ahit.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
1.
Zariyat Suresi hürmetine…
2.
Yemin olsun esip savuran rüzgâra. (Zariyat Suresi: 1.)
3.
Kayan yıldıza yemin olsun. (Necm Suresi: 1.)
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 169 |
S
EKİZİNCİ
Ş
UA