m
ñp
RÉn
H m
?n
Ón
L
izzet, azamet ve celâl ve kibriyadır.
m
ïn
£r
fn
ôn
°T
Süryanîce
Raûf
ve
m
äƒo
c r
ôn
H
Rahîm
’dir. Demek Hazret-i
İmam-ı Ali Radıyallahü Anh
Siracünnur
’u tarif ediyor.
“Hayatını ve nurunu, kibriya ve azamet ve re’fet ve rahî-
miyetten alıyor” diye mümtaz hasiyetini beyan eder.
•
Üçüncüsü
: Hazret-i İmam-ı Ali Radıyallahü Anh, bu
fıkrada
(1)
r
än
óp
ªr
No
G o
QÉs
ædG p
¬p
H
cümlesiyle diyor ki: Bin üç yüz
elli dörtte
Siracünnur,
(yani Risale-i Nur’un nuru) ile
dalâletin tecavüz eden nârı inşaallah sönecek. Yani,
fitne-i diniye ateşini ya tahribattan vazgeçirecek veya ile-
ri tecavüzatını kıracak.
Eğer Hicrî tarihi olsa, bundan iki sene evvel, dini dün-
yadan tefrik fırsatından istifade ile, dinin ve Kur’ân’ın za-
rarına olarak ilerleyen dehşetli tasavvuratın tecavüzatı te-
vakkuf etmesi, elbette karşılarında kuvvetli bir seddin bu-
lunmasındandır. O set ise, bu zamanda çok intişar eden
Risale-i Nur’un keskin hüccetleri ve kuvvetli bürhanları ol-
duğu çok emarelerle hissediliyor. Ve bu ikinci ihtimalde-
ki işaret-i Aleviye dahi onu teyit ediyor.
(HAŞİYE)
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
işaret-i Aleviye:
Hz. Ali’nin işaret
ettiği.
izzet:
şeref, yücelik; kuvvet, kud-
ret, üstünlük.
kısmen:
kısmî olarak, bazı yön-
den.
kısmen: kısmî olarak, bazı yön-
den.
kibriya:
Cenab-ı Allah’ın azameti
ve kudreti, her cihetle büyüklüğü.
komite:
kötü bir maksat için top-
lanmış topluluk, cemiyet.
mahkûm:
bir mahkemece hüküm
giymiş, hükümlü.
Mason:
dünyevi maksatlarla ku-
rulmuş, sıkı bir dayanışmayı esas
alan komitacı teşkilâtın mensubu.
mümtaz:
ayrıcalılklı, seçkin.
nâr:
ateş.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
radıyallahü anh:
Allah ondan razı
olsun.
Rahîm:
merhamet eden, çok mer-
hametli olan, esirgeyen, koruyan,
acıyan Allah.
rahîmiyet:
merhamet edicilik.
Rauf:
çok acıyan, şefkat ve mer-
hamet sahibi olan Allah.
re’fet:
esirgeme, koruma, acıma,
merhamet, şefkat etme.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rükn:
bir şeyi meydana getiren
unsurlardan her biri, esas.
set:
mani, perde, engel.
sır:
gizli hakikat.
siracü’n-nur:
Nurun lambası anla-
mında Risale-i Nur külliyatından
bir eser.
süfyaniyet:
dinsizlik akımı.
Süryanî:
Suriye ve Türkiye’nin gü-
ney doğusunda yaşayan, Sami ır-
kından bir Hıristiyan topluluğu.
tahakkuk:
gerçekleşme, kesinleş-
me.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozmalar.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını içine
alacak şekilde anlatma.
tasavvurat:
tasavvurlar, düşünce-
ler.
tecavüz:
saldırma, sınırını aşma.
tecavüzat:
tecavüzler, saldırılar,
sataşmalar.
tefrik:
birbirinden ayırma, ayrı tut-
ma.
tevakkuf:
duraklama, durma.
teyit:
kuvvetlendirme, sağlamlaş-
tırma; doğru çıkarma.
alâka:
ilgi, ilişki. bağ.
azamet:
büyüklük.
azap:
günahlara karşı kabirde
ve ahirette çekilecek ceza.
bâkî kalan:
geride kalan.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
bilfiil:
bizzat kendi çalışması
ile, kendi yaparak.
bürhan:
bir şeyi ispatlamak
için kullanılan kesin delil.
celâl:
sonsuz büyüklük, haş-
met, ululuk, yücelik.
dalâlet:
iman ve İslâmiyet’ten
ayrılmak, azmak.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
evvel:
önce.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
fitne-i diniye:
dine sokulan
fitne, fesat.
hasiyet:
bir şeye has özellik,
nitelik.
Haşiye:
dipnot.
hüccet:
delil.
hükmetme:
hakim olma, işle-
me.
ihtimal:
olabilirlik.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
1.
Onun nuruyla dalâlet ve fitne ateşi söner.
2.
Şüpheziz ki, [Biz sana Kevser’i] verdik. (Kevser Suresi: 1.)
HAŞİYE:
Hem de
(2)
Én
æ r
«n
£r
Yn
G BÉs
`fp
G
’nın sırrı kısmen tahakkuk etmiş. Çünkü,
süfyaniyetin dört rüknünden en kuvvetlisi ve dehşetlisi bütün bütün çe-
kildi, kabir altında azap çekiyor; ve en büyüğü dahi alâkası bilfiil çekilmiş,
Mason komitesinin mahkûmu ve aleti olup azabıyla meşguldür. Yalnız
onun gölgesi hükmediyor. İleri tecavüz etmemekle beraber kısmen ge-
riliyor. Bakî kalan iki şahıs ise ellerinden gelse tamire çalışacaktır.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 177 |
S
EKİZİNCİ
Ş
UA