tarih ise, sabıkan yirmi birinci ayetin hatimesinde zikre-
dilen inkılâb-ı fikrî sadedinde, Avrupa’nın bir müstemlekât
nazırı, Kur’ân’ın nurunu söndürmesine çalışması tarihine
ve Resaili’n-Nur müellifi dahi ona karşı o inkılâb-ı fikrî sa-
yesinde o nuru parlatmaya çalışması aynı tarihe, hem ye-
di surede yedi defa
(1)
p
ÜÉn
à`p
µ`r
dG o
äÉn
`j'
G n
?r
?p
J
aynı tarihe, hem
(2)
p
¿'
Gr
ôo
?r
dG o
äÉn
`j'
G n
?r
?p
J¢y
ù'
W
dahi aynı tarihe, hem
(3)
m
º«/
?n
à°r
ùo
e m
•Gn
ôp
°U '
‹p
G =»
u
Hn
Q »/
f'
ón
g
dahi aynı tarihte, hem
(4)
m
º«/
?n
à°r
ùo
e m
•Gn
ôp
°U '
¤n
Y »
u
`Hn
Q s
¿p
G
dahi şeddeli bir
¿
, bir
¿
sayıl-
mak ve tenvin sayılmamak cihetiyle aynı tarihe, hem
(5)
ºo
¡r
æn
Y r
¢Vp
ôr
Yn
Én
a
fermanı dahi aynı tarihe, hem
(6)
/
?p
Qƒo
f t
ºp
ào
e *Gn
h r
ºp
¡p
gGn
ƒr
an
Ép
H $G n
Qƒo
f
dahi aynı tarihe bilittifak
muvafakatleri elbette remizden, işaretten, delâletten ziya-
de bir sarahattir ki, Risale-i Nur o nur-i İlâhînin bir lem’ası
olacağını ve düşmanları tarafından gelen şübehat zulüma-
tını dağıtacağını mana-i işarîsiyle müjdeliyor. Hem bu cif-
rî ve müteaddit ve manidar tevafuklar ise, kuvvetli bir mü-
nasebet-i maneviyeye istinad ederler.
Evet
Resaili’n-Nur
’un yüz yirmi dokuz Risaleleri, yüz
yirmi dokuz elektrik lâmbalarının şişeleri misillü, Kur’ân
nur-i âzamından uzanan tellerin başlarına takılıp, o nuru
neşrettikleri meydandadır. Risale-i Nur’un yarı ismi iki
muvafakat:
müsaade etme, kabul
etme.
müellif:
eser telif eden, yazan.
münasebet-i manevîye:
manevî
münasebet, yakınlık, irtibat.
müstemlekât:
müstemlekeler,
sömürgeler.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
nazır:
vekil, bakan .
neşr:
kitap basma, çıkarma; her-
kese duyurma, yayma.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nur-i azam:
en büyük nur, en bü-
yük ışık, muazzam aydınlık.
nur-i İlâhî:
Allah’ın verdiği nur.
remiz:
kelime ve cümleye yükle-
nilmiş gizli mana, şifre, sembol .
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sabıkan:
evvelce, bundan önce.
sadet:
konuşulan madde, asıl ko-
nu.
sarahat:
sarihlik, açıklık, belirlilik .
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
şedde:
Arapça ve Farsçada iki defa
okunması gereken bir harfin üzeri-
ne konulan ve o harfi iki defa oku-
tan işaret.
şübehat:
şüpheler.
tenvin:
Arapça bir kelimenin so-
nunu nun gibi okutmak üzere ko-
nulan işaret; kelimenin sonuna iki
üstün (en), iki esre.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbiri-
ne denk gelme.
zikr:
anma, bildirme.
ziyade:
çok, fazla.
zulümat:
karanlıklar, dinsizlik, zu-
lüm ve külür.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
bilittifak:
ittifakla, beraberce,
elbirliğiyle.
cifrî:
cifir hesabına ait.
cihet:
yön.
delâlet:
delil olma, gösterme .
ferman:
emir, buyruk .
hatime:
son, nihayet.
inkılâb-ı fikrî:
fikrî değişiklik.
istinat:
dayanma .
lem’a:
parıltı.
mana-yı işarî:
yazı ve işaret-
lerle ifade edilen mana.
manidar:
nükteli, ince manalı.
misillü:
gibi, benzeri.
1.
Bu [hikmetle dolu] kitabın ayetleridir. (Yunus Suresi: 1.)
2.
Tâ, sîn. Bunlar yüce Kur’ân’ın ayetleridir. (Neml Suresi: 1.)
3.
Rabbim beni dos doğru bir yola eriştirdi. (En’am Suresi: 161.)
4.
Şüphesiz ki benim Rabbim hak ve adâlet üzeredir. (Hûd Suresi: 56.)
5.
Onlara aldırma. (Nisâ Suresi: 81; En’am Suresi: 68.)
6.
Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Fakat Allah nurunu tamamlayacaktır.(Sâf Su-
resi: 8.)
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 155 |
B
İRİNCİ
Ş
UA