defa bu cümle-i ayette bulunmasıyla o münasebeti pek le-
tafetlendiriyor.
Yirmi Sekizinci Ayet:
Sure-i Tevbe’de
s
ºp
ào
j r
¿n
G s
B ’p
G *G »n
Hr
Én
jn
h r
ºp
¡p
gGn
ƒr
an
Ép
H $GGn
Qƒo
f GoD
ƒp
Ør
£o
j r
¿n
G n
¿ho
ój/
ôo
j
(1)
n
¿ho
ôp
aÉn
µ
r
dG n
?p
ôn
c r
ƒn
dn
h o
?n
Qƒo
f
ayetindeki
(2)
o
?n
Qƒo
f s
ºp
ào
j r
¿n
G s
B ’p
G *G »n
Hr
Én
jn
h r
ºp
¡p
gGn
ƒr
an
Ép
H $GGn
Qƒo
f
cüm-
lesi, kuvvetli ve letafetli münasebet-i maneviyesiyle bera-
ber şeddeli
lâm
’lar,birer
lâm
ve şeddeli
mim
asıl kelime-
den olduğundan iki
mim
sayılmak cihetiyle bin üç yüz
yirmi dört ederek, Avrupa zalimleri devlet-i İslâmiyenin
nurunu söndürmek niyetiyle müthiş bir su-i kast plânı
yaptıkları ve ona karşı Türkiye hamiyetperverleri, hürri-
yeti yirmi dörtte ilânıyla o plânı akim bırakmaya çalıştık-
ları halde, maatteessüf, altı-yedi sene sonra, Harb-i
Umumî neticesinde yine o su-i kast niyetiyle, Sevr Mu-
ahedesinde Kur’ân’ın zararına gayet ağır şeraitle kâfirâ-
ne fikirlerini yine icra etmek olan plânlarını akim bırak-
mak için Türk milliyetperverleri cumhuriyeti ilânla muka-
beleye çalıştıkları tarihi olan bin üç yüz yirmi dörde, tâ
otuz dörde, tâ elli dörde tam tamına tevafukla, o herc ü
merc içinde Kur’ân’ın nurunu muhafazaya çalışanlar
içinde Resaili’n-Nur müellifi yirmi dörtte ve
Resaili’n-
Nur
’un mukaddematı otuz dörtte ve
Resaili’n-Nur
’un nu-
ranî cüzleri ve fedakâr şakirtleri elli dörtte mukabeleye
çalışmaları göze çarpıyor. Hatta hakikat-i hâli bilmeyen
akim:
neticesiz, sonu yok, başarı-
sız .
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
cihet:
yön.
cümle-i ayet:
.
cüz:
kısım, parça.
devlet-i İslâmiye:
İslâm devleti.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
gayet:
son derece.
hakikat-ı hâl:
durumun gerçek
yönü, işin aslı.
hamiyetperver:
hamiyet sahibi,
din ve millet gibi önemli değerleri
seven, koruyan ve bunlara hizmet
eden.
Harb-i Umumî:
genel harp, dünya
savaşı.
herc ü merc:
karmakarışık olma,
alt üst olma.
icra:
yürütme, bir işi yerine getir-
me.
ilân:
yayma, duyurma.
kâfirâne:
kâfircesine, Allah’ı inkar
edercesine.
letafet:
latiflik, hoşluk, incelik.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzüle-
rek belirteyim ki.
milliyetperver:
milletini seven,
ulusçu, milliyetçi.
muahede:
antlaşma.
muhafaza:
koruma.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama .
mukaddemat:
başlangıçlar.
müellif:
eser telif eden, yazan.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
münasebet-i manevîye:
ma-
nevî münasebet, yakınlık, irti-
bat.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
su-i kast:
kötü kasıt, kötü ni-
yet; kötü kasıtla iş yapma, tu-
zak kurma .
Sure-i Tevbe:
Tevbe suresi.
şakirt:
talebe, öğrenci .
şedde:
Arapça ve Farsçada iki
defa okunması gereken bir
harfin üzerine konulan ve o
harfi iki defa okutan işaret.
şerait:
şartlar.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
1.
Allah’ın nurunu üflemekle söndürmek isterler. Allah ise nurunu tamamlamaktan başka bir-
şeye râzı olmaz—kâfirler isterse hoşlanmasınlar. (Tevbe Suresi: 32.)
2.
Allah’ın nurunu üflemekle söndürmek isterler. Allah ise nurunu tamamlamaktan başka bir-
şeye razı olmaz (Tevbe Suresi: 32.)
B
İRİNCİ
Ş
UA
| 156 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ