Bu ayet sabık ayetler gibi münasebet-i maneviyesi ger-
çi zahiren görünmüyor, fakat bir cihetle
Resaili’n-Nur
ile
bir nevi münasebeti vardır. Şöyle ki: On üç senedir
(HAŞİYE)
bu ayet
Risaletü’n-Nur
Müellifinin ve sonra has şakirtleri-
nin, mağribden sonra, bir vird-i hususîleridir. Hem bu
ayetin manasına bu zamanda tam mazhar ve herkes
onlardan çekinmesinden fütur getirmeyerek,
*G n
»p
Ñr
°ùn
M
deyip mütevekkilâne müşkülât-ı azîme içinde envar-ı ima-
niyeyi ve esrar-ı Kur’âniyeyi neşreden ehl-i imanı me’yu-
siyetten kurtaran başta
Risaletü’n-Nur
ve şakirtleridir.
On Sekizinci Ayet:
(1)
n
¿ƒo
Ñp
dÉn
¨r
dG o
ºo
g $G n
Ür
õp
M s
¿p
G
’dir. Bu ayet mealiyle hizbul-
lahın zahirî mağlûbiyetinden gelen me’yusiyeti izale için
kudsî bir teselli verir ve hizbullah olan hizb-i Kur’ânînin
hakikatte ve akıbette galebesini haber verir. Ve bu asırda
hizb-i Kur’ânînin hadsiz efradından Resaili’n-Nur Şakirt-
leri tezahür ettiklerinden bu ayetin küllî manasında husu-
sî dâhil olmalarına bir emare olarak makam-ı cifrîsi olan
bin üç yüz elli adedi ile Resaili’n-Nur Şakirtlerinin zahirî
mağlûbiyetleri ve bir sene sonra mahpusiyetleri içinde
manevî galebeleri ve metanetleri ve haklarında yapılan
müthiş imha plânını akim bırakan ihlâsları ve kuvve-i ma-
neviyeleri tezahür etmesinin Rumî tarihi olan bin üç yüz
elli ve elli bir ve elli iki adedine tam tamına tevafuku el-
bette şefkatkârâne, teselliyettarâne bir remz-i Kur’ânîdir.
HAŞİYE:
Telif tarihine göredir.
akıbet:
nihayet, son.
akim:
neticesiz, sonu yok, başarı-
sız.
asır:
yüzyıl.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
cihet:
yön.
dâhil:
girme, içinde olma.
efrat:
fertler.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
envar-ı imaniye:
iman nurları,
imana ait parıltılar.
esrar-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın sırları,
Kur’ân’a ait gizlilikler.
fütur:
zayıflık, gevşeklik, usanç.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı, esa-
sı.
hâs:
ileri gelen, seçkin olan.
haşiye:
dipnot.
hizb-i Kur’ânî:
Kur’ân ayetlerin-
den bir kısmının bir araya getiril-
miş hâli.
hizbullah:
Allah’ın taraftarı, Allah’a
bağlı olan topluluk.
hususî:
özel.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
ilâh:
kendisine ibadet edinilen ta-
pınılan Mabud, Allah.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kuvve-i manevîye:
manevî güç,
moral.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
mağlûbiyet:
yenilgi, yenilme.
mağrip:
güneşin batma vakti, ak-
şam.
mahpûsiyet:
tutukluluk hâli.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam, ci-
fir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
metanet:
metin olma, dayanıklı-
lık, sağlamlık.
müellif:
eser telif eden, yazan.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
münasebet-i manevîye:
manevî
münasebet, yakınlık, irtibat.
müşkilât-ı azîme:
çok büyük zor-
luklar.
mütevekkilâne:
tevekkül içinde
olarak, kendi gücünü aşan kısmını
Allah’a havale ederek.
neşr:
herkese duyurma, yayma,
tamim.
nevî:
çeşit, tür.
Peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlâhî emir ve yasak-
ları insanlara tebliğ eden elçi, nebi.
remz-i Kur’ânî:
Kur’ân’a ait re-
miz, işaret.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
rumî:
Rumî tarih ve sene, Ru-
mî takvim.
sabık:
geçmiş.
şefkatkârâne:
şefkatli ve
merhametli bir şekilde.
telif:
eser yazma.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
teselliyettarane:
teselli ede-
ne, teselli verene yakışır şekil-
de.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
Tevbe:
Kur’ân-ı Kerîm’in 9. su-
resi. Berae Suresi de denir. Me-
dine’de nazil olmuştur. 104
ayettir.
tevekkül:
bir işi gerçekleşme-
si için gereken çalışmayı ve
çabayı gösterip sebeplere baş-
vurduktan sonra işi Allah’a bı-
rakma.
tezahür:
görünme, belirme,
ortaya çıkma.
vird-i hususî:
özel vird, dua, zi-
kir.
zahiren:
görünüşte.
zahirî:
görünüşte olan; zahire,
dışa ait olan.
1.
Şüphesiz Allah’a tâbî olan topluluk gerçek galiplerin ta kendisidir. (Mâide Suresi: 56.)
B
İRİNCİ
Ş
UA
| 136 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ