On Dokuzuncu Ayet:
n
¿ƒo
dƒo
?n
j r
ºp
¡p
fÉn
ªr
jn
Ép
Hn
h r
ºp
¡j/
ór
jn
G n
ør
«n
H»'
©r
°ùn
j r
ºo
go
Qƒo
f o
¬n
©n
e Gƒo
æn
e'
G n
øj/
òs
dGn
h
(1)
Én
æn
d r
ôp
Ør
ZGn
h Én
fn
Qƒo
f Én
æn
d r
ºp
ªr
Jn
G BÉn
æs
Hn
Q
Şu ayetin umum manasındaki tabakalarından bir
tabaka-i işariyesi bu asra dahi bakıyor. Çünkü
(2)
Én
fn
Qƒo
f Én
æn
d r
ºp
ªr
Jn
G BÉn
æs
Hn
Q n
¿ƒo
dƒo
?n
j
hem manaca kuvvetli münase-
beti var, hem cifirce bin üç yüz yirmi altı ederek o tarih-
teki Hürriyet inkılâbından neş’et eden fırtınaların hengâ-
mında her şeyi sarsan o fırtınaların ve harblerin zulüma-
tından kurtulmak için nur arayan mü’minler içinde,
Resaili’n-Nur Şakirtleri az bir zaman sonra tezahür ettik-
lerinden bu ayetin efrad-ı kesiresinden bu asırda bir mâ-
sadakı onlar olduğuna bir emaredir.
(3)
Én
æn
d r
ôp
Ør
ZGn
h
cümlesi
bin üç yüz altmışa bakıyor. Demek bundan beş altı sene
sonra istiğfar devresidir. Resaili’n-Nur Şakirtleri o zaman-
da istiğfar dersini vereceğini remzen bir îmâdır.
Yirminci Ayet:
(4)
n
Ú/
æp
er
D
ƒo
ªr
?p
d l
án
ªr
Mn
Qn
h l
Ay
É n
Øp
°T n
ƒo
gÉn
e p
¿'
Gr
ôo
?r
dG n
øp
e o
?u
õn
æo
fn
h
Şu ayet-i azîme sarihan Asr-ı Saadette nüzul-i Kur’ân’a
baktığı gibi, sair asırlara dahi mana-i işarîsiyle bakar. Ve
Kur’ân’ın semasından ilhamî bir surette gelen şifadar
nurlara işaret eder. İşte doğrudan doğruya tabib-i kulûb
olan Kur’ân-ı Hakîm’in feyzinden ve ziyasından iktibas
harp:
savaş.
hengâm:
zaman, sıra.
ilhamî:
ilham ile elde edilen, ilham
ile ulaşılan.
ima:
işaretle anlatma, üstü kapalı
ifade etme.
inkılâp:
değişme, dönüşüm, köklü
değişme.
istiğfar:
tevbe etme, Allah’tan gü-
nahlarının bağışlanmasını isteme.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve sure-
sinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
Mâide:
Kur’ân’ı Kerîm’in 5. suresi.
Medine-i Münevvere’de nazil ol-
muştur. 120 ayettir.
mana-yı işarî:
yazı ve işaretlerle
ifade edilen mana.
mâsadak:
doğrulayıcı, tasdik et-
mek.
mü’min:
iman eden, inanan.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
neşet:
meydana gelme, oluşma,
çıkma.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
nüzul-i Kur’ân:
Cenab-ı Hakkın
kelâmı olan Kur’ân-ı Kerîm’in indi-
rilmesi, insanlığa ihsan edilmesi ve
gönderilmesi.
Peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlâhî emir ve yasak-
ları insanlara tebliğ eden elçi, nebi.
Rab:
besleyen, yetiştiren, verdiği
nimetlerle mahlûkatı ıslah ve ter-
biye eden Allah.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
sâir:
diğer, başka, öteki.
sarihan:
açıkça, açık olarak.
sema:
yücelik, yükseklik, gök.
Sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şifadar:
şifa verici, şifalı.
tabaka:
derece, kat.
tabaka-i işariye:
işarî tabaka;
Kur’ân’ın işarî manası.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden.
tabib-i kulub:
kalplerin tabibi,
kalplerin doktoru; kalp doktoru.
Tahrim:
Kur’ân-ı Kerîm’in 66. sure-
si. Medine’de nazil olmuştur. 12
ayettir.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
umum:
bütün.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
zulümat:
karanlıklar, dinsizlik, zu-
lüm ve külür.
asır:
yüzyıl.
Asr-ı Saadet:
Peygamberimiz
Hz. Muhammed’in (asm) pey-
gamber olarak dünyada bu-
lunduğu devir.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
ayet-i azîme:
büyük ve aza-
metli ayet.
cifir:
harflere verilen sayı kıy-
meti ile geleceğe veya geçen
hâdiselere, ibarelerden tarih
veya isme dair işaretler çıkar-
mak ilmî.
devre:
dönem.
efrad-ı kesire:
çok kişiler.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
feyz:
bolluk, bereket; ihsan,
bağış.
1.
(Peygamberle) beraber olan mü’minlerin nurları önlerinden ve arkalarından koşarak Cen-
nete yol gösterirken, onlar da, “Ey Rabbimiz, nurumuzu tamamla ve bizi bağışla” derler.
(Tahrim Suresi: 8.)
2.
Ey Rabbimiz, “Nurumuzu tamamla” derler. (Tahrim Suresi: 8.)
3.
Bizi bağışla. (Tahrim Suresi: 8.)
4.
Biz Kur'ân’dan mü'minler için bir şifâ ve rahmet olan şeyi indiriyoruz. (İsra Suresi: 82.)
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 137 |
B
İRİNCİ
Ş
UA