Risaletü’n-Nur
adedi olan dokuz yüz doksan sekize teva-
fukla, sekiz dokuz ayetlerde “sırat-ı müstakîm” kelimele-
ri bu mezkûr iki ayet gibi
Risaletü’n-Nur
’u sırat-ı müstakî-
min efradına hususî idhal edip remzen ona baktırır ve is-
tikametine işaret eder. Eğer
m
•n
Gôp
°U
’daki tenvin sayılmaz-
sa,
p
Qƒt
ædn
G
’daki şeddeli nun, bir nun sayılır, yine tevafuk
eder. Hem nasıl ki bu ayet Risalei’n-Nur’a ismiyle bakı-
yor; öyle de, onun istihzarat zamanına da bakar. Çünkü,
(1)
m
º«/
?n
à°r
ùo
e m
•Gn
ô°p
U '
‹p
G »B
u
H n
Q »/
f'
ón
g
’in makam-ı cifrîsi bin üç
yüz on altı ederek
Risaletü’n-Nur
Müellifinin ihtiyarsız ola-
rak istihzarat-ı Nuriyede bulunduğu ve umum malûmatı-
nı Kur’ân’ın fehmine basamaklar yaptığı en hararetli ta-
rihi olan bin üç yüz on altı adedine tam tamına tevafuku
elbette evvelki işaratı teyid ve onunla teeyyüd ederek
Risaletü’n-Nur’u daire-i harîmine remzen belki işareten
dâhil ediyor.
Cay-ı dikkat ve ehemmiyetli bir tevafuktur
ki,
Risale-
tü’n-Nur
Müellifi bin üç yüz on altı sıralarında mühim bir
inkılâb-ı fikrî geçirdi. Şöyle ki:
O tarihe kadar ulûm-i mütenevviayı, yalnız ilimle tenev-
vür için merak ederdi, okurdu, okuturdu. Fakat birden o
tarihte merhum vali Tahir Paşa vasıtasıyla Avrupa’nın
Kur’ân’a karşı müthiş bir su-i kastları var olduğunu bildi.
Hatta bir gazetede İngilizin bir müstemlekât nazırı demiş:
“Bu Kur’ân, İslâm elinde varken biz onlara hakikî
lan netice, sayı değeri.
malûmat:
bilgiler, bilinen şeyler.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş, ölü.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
müellif:
eser telif eden, yazan.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müstemlekât:
müstemlekeler,
sömürgeler.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
nazır:
vekil, bakan.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi, Bedi-
üzzaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sırat-ı müstakim:
hak yol, Allah’ın
gösterdiği hidayet yolu.
su-i kast:
kötü kasıt, kötü niyet;
kötü kasıtla iş yapma, tuzak kur-
ma.
şedde:
Arapça ve Farsçada iki defa
okunması gereken bir harfin üzeri-
ne konulan ve o harfi iki defa oku-
tan işaret.
teeyyüd:
doğru çıkma, gerçekleş-
me.
tenevvür:
nurlanma, parlama, ay-
dınlanma.
tenvin:
Arapça bir kelimenin so-
nunu nun gibi okutmak üzere ko-
nulan işaret; kelimenin sonuna iki
üstün (en), iki esre.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbiri-
ne denk gelme.
teyit:
kuvvetlendirme, sağlamlaş-
tırma; doğru çıkarma.
ulûm-i mütenevvia:
çeşitli ilimler.
umum:
bütün.
vasıta:
aracılık.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
cây-ı dikkat:
dikkat edilecek
nokta, dikkat edilecek yer ve-
ya şey; dikkate değer.
dâhil:
girme, içinde olma.
daire-i harîm:
mahrem, husu-
sî daire.
efrat:
fertler.
ehemmiyetli:
önemli.
evvel:
önce.
fehm:
anlayış.
hakikî:
gerçek.
hâkim:
hükmeden, üstün
olan.
hararet:
ateşlilik, coşkunluk,
heyecanlılık.
hususî:
özel.
idhal:
dahil etme, içine alma,
sokma.
ihtiyarsız:
irade ve istem dışı.
ilim:
bilgi, marifet.
inkılâb-ı fikrî:
fikrî değişiklik.
istihzarat:
hazırlıklar.
istihzarat-ı Nuriye:
Risale-i
Nur hizmetinin başlangıç, ha-
zırlık devresi.
istikamet:
doğruluk; inanç,
düşünce, niyet, tutum ve dav-
ranışta Allah’ın rızasına uygun
olarak doğru yol üzere olma.
işarat:
işaretler, haber verme-
ler.
işareten:
işaret ederek, belir-
terek.
makam-ı cifrî:
cifre ait ma-
kam, cifir hesabına göre ulaşı-
1.
Rabbim beni dos doğru bir yola eriştirdi. (En’am Suresi: 161.)
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 139 |
B
İRİNCİ
Ş
UA