Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 120

her suale karşı cevab-ı savab vermekle ispat ettiği aynı ta-
rihe tam tamına tevafukla remzen Risale-i Nur’un istika-
metine bir işrettir.
Üçüncü Ayet-i Meşhure:
(1)
Én
æn
?o
Ñ°o
S r
ºo
¡s
æ`n
jp
ór
¡n
æn
d Én
æ«/
a Gho
ón
gÉn
L n
øj/
òs
dGn
h
ayeti kuvvetli müna-
sebet-i maneviyesiyle beraber, cifirce bin üç yüz kırk dört
eder ki, o tarihte Risale-i Nur’un şakirtleri gibi bu ayetin
manasına daha ziyade mazhar olanlar zahiren görülmü-
yor. Demek bu ayet, manasının müteaddit tabakaların-
dan işarî bir tabaka ve remzî bir perdeden Kur’ân’ın par-
lak bir tefsiri olan Risale-i Nur’a bakıyor ve en evvel na-
zil olan Sure-i Alâk’ta
(2)
»'
¨r
£n
«n
d n
¿Én
°ùr
fp
’r
G s
¿p
G
ayeti gibi ma-
nasıyla ve makam-ı cifriyle ifade ediyor ki, bin üç yüz kırk
dörtte nev-i insan içinde firavunâne emsalsiz bir tuğyan,
bir inkâr çıkacak.
(3)
Én
æ«/
a Gho
ón
gÉn
L n
øj/
òs
dGn
h
ayeti ise, o tuğyana
karşı mücahede edenleri sena ediyor. Evet Harb-i Umu-
mî neticelerinden, hem âlem-i insaniyet, hem âlem-i İslâ-
miyet çok zarar gördüler. Nev-i insanın, hususan Avru-
pa’nın mağrur ve cebbarları, bilhassa birisi, kuvvet ve gı-
naya ve paraya istinad ederek firavunâne bir tuğyana gir-
diklerinden o hususi insanlar nev-i beşeri mes’ul ediyor
diye, “insan” ism-i umumîsiyle tabir edilmiş.
Eğer
(4)
r
ºo
¡s
æ`n
jp
ór
¡n
æn
d
’deki şeddeli
¿
, bir
¿
sayılsa bin iki
yüz doksan dört eder ki,
Risaletü’n-Nur
Müellifinin
âlem-i insaniyet:
insanlık âlemi.
âlem-i İslâmiyet:
İslâm alemi, İs-
lâm dünyası.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
ayet-i meşhure:
meşhur ayet.
bilhassa:
özellikle.
cebbar:
zorba.
cifir:
harflere verilen sayı kıymeti
ile geleceğe veya geçen hâdisele-
re, ibarelerden tarih veya isme da-
ir işaretler çıkarmak ilmî.
emsalsiz:
benzersiz.
evvel:
önce.
firavunane:
firavunca, dinsizce, al-
çakça.
gına:
zenginlik, bolluk.
Harb-i Umumî:
genel harp, dünya
savaşı.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hususî:
özel.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
ism-i Umumî:
.
ispat:
doğruyu delillerle gösterme.
istikamet:
doğruluk; inanç, düşün-
ce, niyet, tutum ve davranışta Al-
lah’ın rızasına uygun olarak doğru
yol üzere olma.
istinat:
dayanma.
işarî:
bir kelimenin açık manasına
bağlı olarak ikinci ve üçüncü dere-
cede işaret yolu ile yapılan açıkla-
ma.
mağrur:
gururlu; kendini beğen-
miş, büyüklük taslayan.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam, ci-
fir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
mazhar:
nail olma, şereflenme.
mes’ul:
sorumlu, yükümlü.
mücahede:
savaşma, mücadele.
müellif:
eser telif eden, yazan.
münasebet-i manevîye:
manevî
münasebet, yakınlık, irtibat.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
nazil:
nüzul eden, inen.
nev’i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nev’i insan:
insan türü, insanoğlu.
remzen:
remiz ile, işaret ederek,
işaretle.
remzî:
remizli, işaretli olarak.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
senâ:
methetme, övme.
sual:
soru.
Sure-i Alâk:
Alâk Suresi;
Kur’ân-ı Kerîm’in 96. suresi.
Mekke’de nazil olmuştur. 19
ayettir.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şedde:
Arapça ve Farsçada iki
defa okunması gereken bir
harfin üzerine konulan ve o
harfi iki defa okutan işaret.
tabaka:
derece, kat.
tabir:
ifade.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, açıklaması.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra,
ölçü ve münasebetler içerisin-
de birbirine denk gelme.
tuğyan:
azma, azgınlık, hid-
detlenme.
zahiren:
görünüşte.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Bizim uğrumuzda cihad edenlere Biz yollarımızı gösteririz… (Ankebut Suresi: 69.)
2.
Şüphesiz ki insan azgınlaşır. (Alâk Suresi: 6.)
3.
Bizim uğrumuzda cihad edenler. (Ankebut Suresi: 69.)
4.
Kendilerine yollarımızı gösteririz. (Ankebut Suresi: 69.)
B
İRİNCİ
Ş
UA
| 120 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
1...,110,111,112,113,114,115,116,117,118,119 121,122,123,124,125,126,127,128,129,130,...560
Powered by FlippingBook