Resaili’n-Nur’a İşaret Eden İkinci Ayet:
(1)
n
är
ôp
e o
G BÉ n
ªn
c r
ºp
?n
à°r
SÉn
a
ayet-i meşhuresidir ki,
(2)
m
Oƒo
g o
In
Qƒo
°S »/
ær
àn
Ñ s
«°n
T
hadisinin vüruduna sebep olmuş.
(3)
n
är
ôp
e o
G BÉ n
ªn
c r
ºp
?n
à°r
Sp
G
’nin işareti Sekizinci Lem’ada tafsilen
beyan edildiği gibi, Sure-i Hûd’da
(4)
l
ó«/
©°n
Sn
h w
»p
?n
°T r
ºo
¡r
æp
ªn
a
(ilâ-
ahirihî) ayetinin iki kuvvetli işaret veren sahifesinin mu-
kabilindeki gayet meşhur bir ayetidir. Makam-ı cifrîsi bin
üç yüz üç ederek, hem Sure-i Şûra’nın ikinci sahifesinde
(5)
n
är
ôp
e o
G BÉ n
ªn
c r
ºp
?n
à°r
SGn
h
ise, bin üç yüz dokuz ederek, o tarih-
te umum muhatapları içinde birisine hususan Kur’ân
hesabına iltifat edip istikametle emreder ki, birinci tarih
ise, Resaili’n-Nur Müellifinin Risale-i Nur’u netice veren
ulûmun tahsiline başladığı tarihtir. Ve ikinci ayetin tarihi
ise, o müellifin harika bir surette pek az bir zamanda ilim-
ce tekemmül etmesi, tahsilden tedrise başladığı ve üç ay-
da bir kış içinde on beş senede medresece okunan yüz
kitaptan ziyade okuduğu ve o zamanın o muhitte en meş-
hur ulemasının yanında o üç ayın mahsulü on beş sene-
sinin mahsulü kadar netice verdiği çok mükerrer imti-
hanlarla
(HAŞİYE)
ve hangi ilimden olursa olsun sorulan
düşünce, niyet, tutum ve davra-
nışta Allah’ın rızasına uygun olarak
doğru yol üzere olma.
itimat:
dayanma, güvenme.
lisan:
dil.
mahsul:
ürün.
makam-ı cifrî:
cifre ait makam, ci-
fir hesabına göre ulaşılan netice,
sayı değeri.
muhâtab:
kendisine hitap olunan,
söz söylenilen kimse.
muhit:
yöre, çevre.
mukabil:
karşılık.
müellif:
eser telif eden, yazan.
mükerrer:
tekrarlanmış, tekrar
olunmuş.
sahife:
sayfa.
Sure-i Hud:
Hud suresi.
Sure-i Şûrâ:
Şura suresi.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tafsilen:
tafsilli bir şekilde, uzun
uzadıya, ayrıntılı olarak.
tahsil:
ilim öğrenme, bilgi edinme,
öğrenim.
tarif:
bir şeyi bütün vasıflarını içine
alacak şekilde anlatma.
tedrîs:
okutma, ders verme.
tekemmül:
olgunlaşma, kemale
erme, mükemmelleşme.
tilmiz:
öğrenci, talebe.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
ulûm:
ilimler.
umum:
bütün.
vürud:
gelme, ulaşma.
ziyade:
çok, fazla.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümlesi.
ayet-i meşhure:
meşhur ayet.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
beyanat-ı methiye:
övgü dolu
beyanlar, övgü beyanları.
gayet:
son derece.
hadim:
hademe, hizmetçi.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkası-
na ait söz, iş veya davranış.
hârika:
olağanüstü.
haşiye:
dipnot.
hususan:
bilhassa, özellikle.
ilâahir:
sona kadar, sonuna
kadar.
ilim:
bilgi, marifet.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü
çevirip bakma.
istikamet:
doğruluk; inanç,
1.
Emrolunduğun gibi dos doğru ol. (Hûd Suresi: 112.)
2.
Hûd Sûresi beni ihtiyarlattı. (Tirmizî, Tefsiru’l-Vüsul: 56.)
3.
Emrolunduğun gibi dos doğru ol.
4.
O gün insanlardan şakîler ve saîdler vardır. (Hûd Suresi: 105.)
5.
Emrolunduğun gibi dosdoğru ol. (Şûrâ Suresi: 15.)
HAŞİYE:
Bu beyanat-ı methiye Said’e ait değildir. Belki Kur’ân’ın bir til-
mizini, bir hadimini “Said” (
RA
) lisanıyla ve hâliyle tarif eder; tâ hizme-
tine itimat edilsin.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 119 |
B
İRİNCİ
Ş
UA