sardığı kağıtları da teberrük deyip şeker gibi yese, hatta
o hediye içindeki cevizlerin kabuklarını da teberrük deyip
ekmek gibi yese, başına koysa, israf olmadığı gibi, Risa-
letü’n-Nur yüzünde, irade-i ammede inayet-i hassa iltifa-
tı, tevafuk zarfıyla ihsan edilmiş. Elbette tevafuka dair taf-
silât, tasvirat, fiilî teşekküratın bir nev’idir ve sevincin ve
minnettarlığın heyecanlı bir tereşşuhatıdır. Evet, böyle,
bir zatın iltifatını gösteren maddî kırk para ihsanına kar-
şı, kırk bin liraya değer iltifatına karşı ne kadar teşekkür
eylese, israf değil.
Said Nursî
* * *
Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Sizin fevkalâde sadâkat ve uluvv-i himmetinizden tereş-
şuh eden bir hafta evvelki mektubunuza karşı hüsnüzan-
nınızı bir derece cerh eden benim cevabımın hikmeti şu-
dur ki:
Bu zamanda öyle fevkalâde hakim cereyanlar var ki,
her şeyi kendi hesabına aldığı için, faraza hakikî bekleni-
len o zat dahi bu zamanda gelse, harekatını o cereyanla-
ra kaptırmamak için siyaset alemindeki vaziyetten fera-
gat edecek ve hedefini değiştirecek diye tahmin ediyo-
rum.
Hem, üç mesele var: Biri
hayat
, biri
şeriat
, biri
iman’
dır. Hakikat noktasında en mühimmi ve en azamı,
iman meselesidir. Fakat, şimdi umumun nazarında ve
nazar:
bakış
nev:
tür, çeşit.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi, Bedi-
üzzaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı ve
hakikati tereddütsüz kabullenen.
Şeriat:
Allah tarafından peygam-
ber vasıtasıyla bildirilen, İlâhî emir
ve yasaklara dayanan hükümlerin
hepsi.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar, izah-
lar.
tasvirat:
tasvirler, resmini yapma-
lar, bir şeyi çeşitli ifade şekilleri ile
anlatmalar.
teberrük:
bir şeyi bereket ve saa-
det vesilesi sayarak almak veya
vermek.
tereşşuh:
sızıntı, damla.
tereşşuhat:
damlamalar, sızıntılar.
teşekkürat:
teşekkürler, minnet,
memnuniyt ve şükür ifade etme-
ler.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbiri-
ne denk gelme.
ulüvv-i himmet:
himmetin yük-
sekliği; yüksek himmetlilik, yük-
sek gayretlilik.
umum:
bütün, hepsi.
vaziyet:
durum.
zat:
kişi, şahıs.
âlem:
dünya.
âzam:
en büyük.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
cereyan:
akım, fikir, sanat ve-
ya siyaset hareketi.
cerh:
yaralama.
dair:
alakalı, ilgili.
evvel:
önce.
faraza:
farz edelim ki, öyle sa-
yalım ki, söz gelişi.
ferâgat:
hakkından isteyerek
vazgeçme.
fevkalâde:
olağanüstü.
fiilî:
fiille ilgili, gerçekten yapı-
lan iş.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hâkim:
hükmeden.
harekât:
hareketler, davranış-
lar.
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep,
fayda.
hüsnüzan:
iyi fikirde bulunup,
iyi olacağını düşünmek.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü
çevirip bakma.
iman:
inanç, itikat.
inayet-i hassa:
özel yardım,
Cenab-ı Hakk’ın sevdiği kulları-
na yapmış olduğu hususî hi-
mayesi ve yardımı.
irade-i âmme:
genel irade,
güç.
israf:
gereksiz yere harcama,
ihtiyaçtan fazlasını harcama,
savurganlık.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
mesele:
önemli konu.
minnettar:
bir iyiliğe karşı te-
şekkür duygusu içinde olan.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 81 |
M
ÜHİM
P
ARÇALAR