olduğundan bahsediyorlar. O mektubu da birlikte takdim
ettim.
Evet, Muhterem Üstadım, bugünlerde Risaletü’n-
Nur’un, fevkalâde faaliyeti içinde çok kerametlerini mü-
şahede ediyoruz. Hatta şöyle diyebilirim ki: Her bir tale-
beniz, başlı başına, birer birer, belki de kerratla böyle ik-
rama ve böyle in’ama mazhardırlar.
Milâslı Mehmed Efendi, “Bir karyede, bin kalemle Nu-
ra sarılan kardeşlerimizin köyündeki faaliyeti biraz müba-
lâğalı görmüşler. Ben onun tahkiki için geldim” dedi.
Risaletü’n-Nur’un bir kerameti idi ki, bu köyün kıymetli
faal bir talebesi Marangoz Ahmed yanımda idi. Ben de-
dim: Vakıa ben bu köye gitmedim, kardeşlerimden soru-
yorum, onlar da diyordu: “Kadın-erkek, çoluk-çocuk,
Risaletü’n-Nur’u yazan bin kalem vardır.” Sonra Maran-
goz Ahmed dedi ki: “Bizim köyümüz üç yüz elli hanedir.
İki hoca, bir hacı, üç adamdan başka bütün evlerimize
Risaletü’n-Nur
girmiştir. Kadınlara, kız çocuklarına varın-
caya kadar yazıyorlar. Hatta ümmîlerden, kırk yaşından
yukarı yazı yazan on kadar kardeşimiz vardır” cevabında
bulundu. Milâslı Mehmed Efendi bu faaliyete hayran ol-
du.
Talebeniz
Hüsrev
* * *
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
| 76 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
faal:
çalışkan, gayretli.
fevkalâde:
olağanüstü.
hane:
ev.
ikram:
bağış, ihsan, bir şey
sunma.
in’am:
nimet verme, nimet-
lendirme, ihsan etme.
karye:
köy.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
kerrat:
kereler, defalar, kezler.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me, İlâhî tecellilerin göründü-
ğü yer olma.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete layık, saygın.
mübalâğa:
bir işi, bir şeyi çok
büyütme, abartma.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
tahkik:
doğru olup olmadığını
araştırmak, inandığı şeylerin
aslını, esasını bilerek inanma.
takdim:
arz etme, sunma.
talebe:
öğrenci.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan, okumamış.
vakıa:
olay.