hem dostlarım, bir hakikatin suretini başka şekilde gör-
müşüz. Şöyle ki:
“Hapishanede birtek ekmek, sekiz ve bazan on gün ba-
na kafi geldiği gibi, burada da aynen o tarzda yaşıyordum.
Hem ben, hem kardeşlerim, bunu benim az yemek ve iş-
tihasızlığıma veriyorduk. Hâlbuki, çok emarelerle katiyen
anladık ki; o acib hal, bereket neticeleri imiş. Birkaç de-
fa sekiz günde bana kafi gelen bir ekmeği, aynı iştiha ile,
çalışmadığımdan berekete mazhar olmadığım zaman iki
günde, bazan bir buçuk günde bitiriyordum. Demek bu
on altı ve on yedi seneden beri benim mükemmel tayına-
tım, Risaletün-Nur’un hizmetinden gelen bir bereket idi.”
Evet, bize de aynelyakin derecesinde kanaat gelmiş ki;
bu kesretli hâdisat-ı bereket, Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın
i’caz-ı manevîsinin bir şuaıdır. Manen der: “Ey Kur’ân
şakirtleri! Sizi vazife-i mukaddesenizden ekseriyetle geri
bırakan, maişet telaşesidir. O ise, Kur’ân’ın feyziyle be-
reket nevinden sizlere veriliyor; vazifenize bakınız!”
Én
æn
dr
ôu
°ùn
j @ p
?n
ôr
cn
’r
G n
?p
dƒo
°Sn
Q p
án
er
ôo
ëp
Hn
h p
ºn
¶r
Yn
’r
G n
?p
ªr
°Sp
G u
?n
ëp
H s
ºo
¡
s
?dn
G
p
ºn
dÉn
Y »/
a p
?Én
fn
’r
G n
ør
«n
H p
?Gn
hs
ódGÉp
H p
Qƒt
ædG p
án
dÉn
°Sp
Q p
ôr
°ûn
æp
H p
¿'
Gr
ôo
?r
dG n
án
er
óp
N
(1)
n
Ú/
e'
G ,n
Ú/
e
'
G ,n
Ú/
e
'
G @ p
?n
Ór
°Sp
’r
G
Hem, hâdisat-ı bereketin aynı zamanda Risaletü’n-
Nur’un bir kerameti olarak bir şakirdinin binler lira kıy-
metinde hanesinin, ona pek yakın dehşetli bir yangından
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
aynelyakîn:
gözle görür derecede
inanma; bir şeyi görerek ve seyre-
derek bilme.
bereket:
bolluk, bereket, gürlük.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ekseriyetle:
daha ziyadesiyle,
çoklukla, çoğunlukla.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
feyz:
bolluk, bereket; ihsan, bağış.
hâdisat-ı bereket:
bereket olayla-
rı.
hakikat:
gerçek, esas.
hane:
ev.
i’caz-ı manevî:
manen mucize
oluş.
iştiha:
fazla istek, arzu.
kâfî:
yeter, elverir.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kat’iyen:
katî olarak, kesin olarak,
kesinlikle.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
kesretli:
çokluğu olan, çok
fazla.
kıymet:
değer.
Kur’ân-ı Mucizülbeyan:
açık-
lamalarıyla akılları benzerlerini
yapmaktan aciz bırakan
Kur’an.
maişet:
geçim, geçinme.
manen:
mana bakımından,
manaca.
mazhar:
nail olma, şereflen-
me.
nev:
tür, çeşit.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından
uzanan ışık telleri.
tarz:
biçim, şekil.
tayinat:
erzak, yiyecek, gıda,
tayınlar, tayin edilen parça ve-
ya miktar.
telâşe:
telaş, her hangi bir şey-
den dolayı meydana gelen sı-
kıntı ve acelecilik.
vazife:
görev.
vazife-i mukaddese:
mukad-
des, kutsal görevler.
1.
Allah’ım İsm-i Azamın ve Resul-i Ekrem’in (
ASM
) hürmetine, âlem-i İslâm’daki insanlar ara-
sında Risale-i Nur’un devamlı neşriyle bizim için Kur’ân hizmetini kolaylaştır. Âmin, âmin,
âmin.
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
| 66 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ