Birincisi:
Bu yakında Üstadımızla beraber kıra çık-
mıştık. Çay yapılmasını, hem ikişer çay, üçer şekerle içil-
mesini emir buyurdular. Hepimiz üçer şekerle ikişer çay
içtik. Yalnız Emin kardeşimiz, bir şeker kendisine noksan
olarak içmiş. Akşam üzeri, Risaletü’n-Nur’un menba-ı in-
tişarı olan Üstadımızın odasına geldik. Emin, şeker kutu-
suna sarf olan şekerleri koymak istemiş, fakat kutu sekiz
şekerden fazla almamış. Emin, “Fesübhanallah!” der. On
yedi şeker yerine, kutu sekiz şekerle dolsun diye taaccüb
ettik. Bu vaka bize şuhud derecesinde kanaat verdi ki, şu
sırr-ı bereket, Risalei’n-Nur hadimlerine bir inayet-i İlâhi-
ye ve bir iltifat-ı Rabbaniyedir.
İkincisi:
Yine aynı günde, ben, yani Mehmed Feyzi,
evvelce yazıp Üstada teslim ettiğim
Hücumat-ı Sitte
risa-
lesini bana vermek için sakladığı yerden ararken, fevka-
lâde bir surette bulunmaz. Birden o anda adetlerinin hi-
lafına olarak hiç vuku bulmamış bir tarzda bir hâdise zu-
huruyla, gözlüklerini bırakarak merdivene müteveccih
olurlar. Aynı vakitte Risale-i Nur’un intişarına ve hizme-
tine zarar vermek niyetiyle casus bir adamın merdivene
doğru zahiren ziyaret maksadıyla geldiği görülür. Üstadı-
mızın telaşlı olduğunu hissseder. Hem Üstadımız onun
nazarını öteki hâdise-i bedeniyeye çevirir, ona der ki:
“Görüyorsun, ben mazurum, ziyareti başka vakte bırak!”
O da döner gider. Hem
Hücumat-ı Sitte
, hem Mehmed
Feyzi, hem başka işlerimiz o tecessüsten kurtuldu.
taaccüp:
şaşma, hayret etme, şa-
şakalma.
tarz:
biçim, şekil.
tecessüs:
bir insanın bilinmesini
istemediği bir kusurunu, ayıbını
veya özel durumunu araştırıp öğ-
renme arzusu.
vak’a:
vuku bulan, olay, hâdise.
vuku:
olma, gerçekleşme, meyda-
na gelme.
zahiren:
görünüşte.
zuhur:
görünme, belli olma, orta-
ya çıkma.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 63 |
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
casus:
çeşitli konularda sır
mahiyetindeki şeyleri öğrenip
başkalarına bildiren kimse.
evvelce:
daha önce.
Fesübhanallah:
Allah (c.c.) ne
güzel yaratmış; Allah bütün
noksanlıklardan münezzehtir,
her şey kendine tespih eder
anlamında olup hayret ve ta-
accübü ifade için söylenir.
fevkalâde:
olağanüstü.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hâdise:
olay.
hâdise-i bedeniye:
vücut ola-
yı.
haşiye:
dipnot.
hilâf:
ters, karşı, zıt, aykırı.
iltifat-ı Rabbaniye:
her şeyi
terbiye ve idare eden Cenab-ı
Hakk’ın lütfu, iltifatı.
inayet-i İlâhiye:
Allah’ın yar-
dımı.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
Kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
kanaat:
inanma.
maksat:
gaye.
mazur:
özürlü, özrü olan.
menba-ı intişar:.
müteveccih:
bir cihete dönen,
yönelen.
nazar:
bakış.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
sarf:
kullanma; harcama.
sırr-ı bereket:
bereket sırrı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şuhut:
gözle görme, müşahe-
de.