olmuş; Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i
küllîyi bozuyor ve avamın taklidi olan itikadlarını himaye
eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi
yaşatan an’ane ile gelen hissiyat-ı mütevariseyi yandırı-
yor. Her bir Müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından
kurtulmaya me’yusâne çabalarken, Risalei’n-Nur (Risale-
tü’n-Nur) Hızır gibi imdada yetişti. Kâinatı ihata eden son
ordusunu
(HAŞİYE)
gösterip ve ondan mukavemetsuz maddî
ve manevî imdat getirmek hizmetinde harika bir emirber
neferi olarak
Ayetü’l-Kübra
risalesini İmam-ı Ali Radıyal-
lahü Anh keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş. Tem-
sildeki sair noktaları tatbik ediniz, ta o sırrın bir hülâsası
görünsün.
Said Nursî
* * *
EMİN VE FEYZİ’NİN BİR FIKRASIDIR
[Risaletü’n-Nur’a ait dört-beş kerametten bahseder.]
Hizmet-i Kur’âniyede bize sebkat eden sadık ve halis,
metin ve vefakar kardeşlerimizden mübarek Hüsrev ve
Rüşdü gibi zatlar, Risaletü’n-Nur’un hadimlerine ve vazi-
felerinin makbuliyetine bir emare olan, ihsan olunan
bereket hakkında müteaddit fıkralar yazmışlar. Biz de bu
kardeşlerimizin fıkraları gibi, bu yakın zamanda beraber
tezahür eden, gördüğümüz bazı hâdisatı kaydedeceğiz.
Hem numune için yalnız bir kısmını beyan ederiz.
HAŞİYE:
Kâinatı dağıtmayan bir kuvvet, o orduyu bozamaz.
an’ane:
âdet, örf, gelenek, nesil-
den nesile aktarılagelen şeyler.
avam:
kültürlü, yüksek tabakadan
olmayan; cahil halk tabakası.
AyetülKübra:
en büyük delil, ayet
anlamında Risale-i Nur’da 7. Şua
adlı eser.
bereket:
mübareklik, bolluk, saa-
det.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
emirber:
emir eri.
fıkra:
kısım, bölüm.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
halis:
samimî, her amelini yalnız
Allah rızası için işleyen.
hârika:
olağanüstü.
haşiye:
dipnot.
hayat-ı imaniye:
imanlı hayat.
himaye:
koruma, muhafaza etme.
hissiyat-ı mütevârise:
miras ka-
lan hisler, geçmişten gelerek yeni
nesle intikal eden hürmet, hayâ
gibi hisler.
Hizmet-i Kur’âniye:
Kur’an hiz-
meti.
hülâsa:
kısaca, özet.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
imdat:
yardım.
İslâmî:
İslâm ile alâkalı, İslâm’a ait.
itikat:
inanç, iman.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler
kalb-i küllî:
toplumun, umumun
kalbi.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
keşfen:
keşif yoluyla, gizli bir şe-
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
| 62 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
yin Allah tarafından birisine il-
ham edilmesi yoluyla.
maddî:
madde ile alakalı, cis-
manî.
makbuliyet:
makbullük, be-
ğenilmişlik, geçerlilik.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
me’yusâne:
ümitsizce, ümit-
sizlikle, ümitsiz bir şekilde.
metin:
sağlam ve dayanıklı;
kolaylıkla sarsılmayan, telaşa
düşmeyen ve korkuya kapıl-
mayan.
mukâvemetsûz:
mukavemeti
yok eden, dayanılmaz hâle ge-
tiren.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
nefer:
asker, er.
nümune:
örnek.
perde-i ulviye:
yüce, manenvi
perde.
Radıyallahü Anh:
Allah ondan
razı olsun.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
sadık:
doğru, gerçek; sözünde,
vaadinde, işinde doğru olan.
sâir:
diğer, başka, öteki.
sebkat:
geçme, ilerleme.
sır:
gizli hakikat.
tatbik:
uydurma, uygulama.
temsil:
benzetme, misal getir-
me.
tezahür:
görünme, belirme,
ortaya çıkma.
vazife:
görev.
vefakâr:
vefalı, vefa gösteren.
zat:
kişi, şahıs.