bir kerametidir. Evet, Risale-i Nur’un bir silsile-i kerame-
tinin menbaı olan tevafuk, bu vakıada o cinsten altı adet
tevafukatın ittifakı ise, tesadüf ihtimalini köküyle keser di-
ye hükmettik. Şöyle ki:
Birkaç günden beri Üstadımızın ziyaretine gitmediği-
mizden, kardeşim Emin ile beraber Üstadımızın ziyareti-
ne gittik. İkindi vakti beraber namaz kıldıktan sonra, bize
emretti ki: “Size yemek yedireceğim, burada tayınınız
var.” Mükerreren, “Yemezseniz bana dokuz zarar olur”
dedi. “Çünkü yiyeceğinize karşı Cenab-ı Hak göndere-
cek.” Yemek yemekten affımızı rica etmişsek de emretti:
“Rızkınızı yiyin; bana gelir.” Emrini kırmamak için lütuf
buyurduğu tereyağı ve kabak tatlısını ekmekle yemeye
başladık. Daha sofrada iken ümit edilmeyen bir vakitte ve
bir tarzda ve aynı miktarda, bir adam geldi elinde yediği-
miz kadar taze ekmek, aynı yediğimiz miktarda –fındık
kadar– tereyağı ve diğer elinde bize verilenin tam bir misli
kabak tatlısı olarak kapıyı açtı. Artık taaccüb edilecek, hiç-
bir cihette tesadüfe mahal kalmayarak Risaletü’n şakirt-
lerinin rızkındaki bereket-i Rabbaniyeyi gözümüzle
gördük. Üstadımız emretti: “İhsan on misli olacak.
Hâlbuki bu ikram tamı tamına mislidir. Demek tayın ci-
heti galebe etti. Tayın temini ise mizan ile olur.” Sonra
aynı akşamda sadaka ciheti dahi hükmünü gösterdi. Biz
gördük ki: Ekmek on misli; tereyağı tatlısı, o da on misli
ve kabak tatlısı, çok sevmediği için kabak, patlıcan turşu-
su on misli, memul hilafında Risaletü’n-Nur’dan İkinci Şu-
aın bir hafta mütalaasına mukabil bir manevî ücret
silsile-i keramet:
keramet silsilesi,
kerametin zincirleme birbirini ta-
kip etmesi.
şakirt:
talebe, öğrenci.
taaccüp:
şaşma, hayret etme, şa-
şakalma.
tarz:
biçim, şekil.
tayın:
ekmek, erzak, yiyecek.
temîn:
sağlama.
tesadüf:
rastlantı.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbiri-
ne denk gelme.
vakıa:
olay.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 55 |
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
bereket-i Rabbaniye:
her şeyi
terbiye ve idare eden Cenab-ı
Hakk’ın bereketlendirmesi.
cihet:
yön.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hilâf:
ters, karşı, zıt, aykırı.
hükmetme:
karar vermek,
inanca varmak.
hüküm:
karar, emir.
ihsan:
bağışlama, ikram etme,
lütuf.
ihtimal:
olabilirlik.
ikram:
bağış, ihsan.
ittifak:
birleşme, birlik oluştur-
ma.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
lütuf:
ikram ve yardımda bu-
lunma.
mahal:
yer.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
me’mul:
umulan, ümit edilen,
beklenilen.
menba:
kaynak.
misl:
kat; eş.
mizan:
ölçü, denge.
mukabil:
karşılık.
mükerreren:
mükerrer ola-
rak, tekrar olarak, tekrar be
tekrar.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca dü-
şünme, tetkik etme.
rızk:
Allah’ın lütuf ve ihsan et-
tiği nimetler.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç
sahibi fakirlere yapılan yar-
dım.