yekünü öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet, onun
reddine müsaade etmez. Faraza mecmuu itibarıyle red-
dedilse de, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine
her biri selamet-i imanla kabre gireceğine kafï geliyor.
Çünkü her bir dua umuma bakar.
Said Nursî
* * *
[Risale-i Nur’un kerametinin bu havalide zuhur eden
çok tereşşuhatından bir iki hâdise beyan ediyorum.]
BİRİNCİSİ:
Hatib Mehmed namında ciddi bir ihtiyar ta-
lebe İhtiyarlar Risalesini yazıyordu. Tâ On Birinci Ricanın
ahirlerinde merhum Abdurrahman’ın vefatının tam mu-
kabilinde kalemi
(1)
n
ƒo
g s
’p
G n
¬
n
dp
G B n
’
yazıp ve lisanı dahi
(2)
*G s
’p
G n
¬
n
dp
G n
B ’
diyerek hüsn-i hatimenin hatemiyle sahife-i
hayatını mühürleyip Risaletü’n-Nur Talebelerinin imanla
kabre gireceklerine dair olan işarî beşaret-i Kur’âniyeyi
vefatıyla imza etmiş. Rahmetullahi aleyhi rahmeten va-
siaten, âmin.
İKİNCİSİ:
Sizin telifiniz olan
Fihriste’
nin tashihinde bir
müstensihin noksan bıraktığı bir sahifeyi Tahsin’e de-
dim: “Yaz!” O da yazmaya başladı. Simsiyah mürekkep-
ten ve temiz kalemle birden yazdığınız ikinci cilt fihriste-
sinin makbuliyetine hüccet olarak o siyah mürekkep, gü-
zel bir kırmızı suretini aldı. Tâ yarım sahife kadar biz bu
garip hâdiseye taaccüp ederek bakarken, o mürekkep
kâfî:
yeter, elverir.
keramet:
ermişçesine yapılan iş,
hareket veya söylenen söz, fikir.
lisan:
dil.
makbuliyet:
makbullük, beğenil-
mişlik, geçerlilik.
mecmu:
toplam, tüm.
merhum:
rahmete kavuşmuş, öl-
müş, ölü.
mukabil:
karşılık.
müsaade:
izin.
müstensih:
istinsah eden, bir yazı-
nın kopyasını çıkarıp çoğaltan.
nam:
ad.
rahmet:
şefkat, merhamet, bağış-
lama ve esirgeyicilik.
rahmeten vasia:
geniş olan rah-
met, merhamet ve acıma.
rahmetullahi aleyh:
Allah’ın rah-
meti onun üzerine olsun.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi, Bedi-
üzzaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sahife:
sayfa.
sahife-i hayat:
hayat sayfası; ha-
yatın devreleri.
selâmet-i iman:
imanın kurtarıl-
ması.
suret:
biçim, görünüş.
taaccüp:
şaşma, hayret etme, şa-
şakalma.
talebe:
öğrenci.
tashih:
basılacak bir eserin dizgile-
rini kontrol ederek yanlışları dü-
zeltme.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
tereşşuhat:
damlamalar, sızıntılar.
umum:
bütün, herkes.
vefat:
ölüm.
yekûn:
toplam.
zuhur:
görünme, belli olma, orta-
ya çıkma.
ahir:
son.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
beşâret-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın
müjdelemesi.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
ciddî:
ağırbaşlı, hâlleri sakin
olan kişi.
dair:
alakalı, ilgili.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
faraza:
farz edelim ki, öyle sa-
yalım ki, söz gelişi.
fihriste:
bir kitapta bulunan
şeyleri sırayla gösteren liste,
katalog.
garip:
tuhaf, hayret verici.
hâdise:
olay.
hatem:
mühür, damga.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
hikmet:
İlâhî gaye, yüksek bil-
gi, fayda.
hüccet:
delil.
hüsn-i hatime:
iman ile ahire-
te gitmek, kelime-i şehadet
söyleyerek ölmek.
iman:
inanç, itikat.
işarî:
bir kelimenin açık mana-
sına bağlı olarak ikinci ve
üçüncü derecede işaret yolu
ile yapılan açıklama.
1.
Ondan başka hiçbir İlâh yoktur. (Bakara Sûresi: 163; Âl-i İmran Suresi: 2.)
2.
Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. (Muhammed Suresi: 19.)
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 51 |
M
ÜHİM
P
ARÇALAR