Cenab-ı Hak duasını kabul etmiş ki, vefatından otuz-kırk
sene sonra Risale-i Nur o vazifeyi görmüş.
Talebeniz ve hizmetkârınız
Süleyman Rüşdü
* * *
RİSALE-İ NUR’UN MÜSADERE HÂDİSESİ MÜNASEBE-
TİYLE ISPARTA SÜLEYMAN’I RÜŞDÜ’NÜN, EVVELKİ
FIKRASINA ZEYİL OLARAK YAZDIĞI BİR FIKRASIDIR.
Risale-i Nur Şakirtlerinin merkezi olan Şükrü Efendi-
nin köşkünün komşusu seksen yaşında muhterem Alîl Os-
man Çavuş namında bir zat, Risale-i Nur naşirlerine hü-
cum zamanından bir gün sonra rüyasında görüyor ki: Gü-
neş ile Kamer, beraber olarak köşkün içine girip parlıyor-
lar.
Diğer bir rüyada Keçeci Mustafa Efendi’nin hafîdi Be-
kir yine hâdise-i elîmeden bir-iki gün sonra görüyor ki,
güneş kıble tarafından çıkıyor. Şuaatı içinde güneş yüzün-
de Risale-i Nur naşirinin sureti temessül edip, aynen gü-
neşin kursunda görünüyor.
Hem mütedeyyin bir kadın, yine hâdiseden sonra gö-
rüyor ki, semavattan mübarek kâğıtlar yağıyor. Soruyor-
lar: “Bu nedir?” Rüyada demişler: “Risale-i Nur’un say-
falarıdır.” Yani, tabirce Risale-i Nur, Kur’ân’ın tefsiri ol-
duğu cihetle, vahy-i semavî olan Kur’ân’ın semavî ve il-
hamî bir tefsiridir. Hem yağmur gibi, insanlara kesretli bir
rahmettir.
cihet:
yön.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
evvel:
önce.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hâdise:
olay.
hâdise-i elîme:
elem verici, üzücü
hâdise.
hafîd:
evlat oğlu, torun.
hizmetkâr:
hizmet yapan kimse,
hizmetçi.
hücûm:
saldırma.
ilhamî:
ilham ile elde edilen, ilham
ile ulaşılan.
kamer:
Ay.
kesretli:
çokluğu olan, çok fazla.
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 44 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
kıble:
güney yönü, cenup.
kurs:
bir yıldızın görünen yü-
zü.
muhterem:
saygı değer, hür-
mete layık, saygın.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
münasebet:
vesile, -dan dola-
yı.
müsadere:
toplatma, elden al-
ma.
mütedeyyin:
dinin emirlerini
eksiksiz yerine getiren, dindar,
dine bağlı.
nam:
ad.
naşir:
eser, neşreden, yayınla-
yan, dağıtan.
rahmet:
lütuf, nimet, faydalı
yağmur için söylenir.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
semavat:
semalar, gökler.
semavî:
Allah tarafından olan,
İlâhî.
suret:
biçim, görünüş, yüz,
çehre.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şuaat:
şualar, ışınlar, parıltılar.
tabir:
ifade.
talebe:
öğrenci.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, açıklaması.
temessül:
bir şekil ve surete
girme, cisimlenme.
vahy-i semavî:
Allah tarafın-
dan melekler vasıtasıyla pey-
gambere gelen vahiy, semavî
vahiy.
vazife:
görev.
vefat:
ölüm.
zat:
kişi, şahıs.
zeyl:
ek, bir eserin devamı ola-
rak yazılan kısım.