onlar bu nokta-i nazardan kendi fıkralarımdır diye başka
fıkra yazmaya lüzum görmedim. Fakat bu ahirlerde
Risale-i Nur’un kerametine temas eden bazı hâdiseler be-
nimle de münasebetdar olarak vücuda geldiğinden, on-
dan bir ihtar hükmünde idi ki, onlar münasebetiyle, be-
nim de bir hususi fıkram kardeşlerimin hususi fıkraları içi-
ne girsin diye, o hâdiselerden bazı lâtif tevafukatı ve bazı
rüya-i sadıkayı ve birkaç hâdiseyi yazıyorum.
Bu rüyalar, birbirine yakın ve birkaç gün zarfında gö-
rülmüş ve Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm
içinde bulunduğu cihetle, rüya-i sadıkadır. Çünkü, hadis-
çe sabittir ki, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm görülen
rüyada, şeytan o rüyaya karışamıyor. Bu rüya-i sadıka-
dan her biri, gerçi rüyadır, delil ve hüccet olamaz; fakat
her birinin aynı mealde ittifakları bir müjde veriyor ve
Risale-i Nur’un makbuliyetine ve Hazret-i Peygamber
Aleyhissalâtü Vesselâmın daire-i rızasında bulunduğuna
bizlere kanaat veriyor.
Ezcümle:
B
İRİNCİSİ
:
Risale-i Nur Şakirtlerinden Rıza görüyor:
Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, camide
Hazret-i Ebu Bekri’s-Sıddık (
RA
) emrediyor: “Çık, hutbe
oku.” Ebu Bekri’s-Sıddık koşarak minberin en yukarı ba-
samağına kadar çıkar, hutbe okur. Hutbe içinde cemaa-
te der ki: “Bu söylediğim hakikatlerin izahatı Yirmi Do-
kuzuncu Sözdedir.”
İ
KİNCİSİ:
Risale-i Nur’un Şakirtlerinden Osman Nuri di-
yor ki: Rüyamda, Şemail-i Şerife muvafık, gayet nurani
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 37 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
radıyallahü anh:
Allah ondan razı
olsun.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rüya-yı sadıka:
doğru rüya, mak-
bul ve muteber kimselerin gör-
dükleri şekilde, dünyada hakikat-
ları çıkan sadık rüya.
sabit:
ispat edilmiş, ispatlanmış.
şakirt:
talebe, öğrenci.
Şemail-i Şerife:
Hz. Muhammed’in
(asm) mübarek huyları, tavırları,
maddî ve manevî özellikleri.
tevafukat:
tevafuklar, uygunluk-
lar, raslantılar, birbirine uygun ge-
lişler.
zarfında:
süresince.
ahir:
son.
aleyhissalâtü vesselâm:
‘sa-
lât ve selam onun üzerine ol-
sun’ anlamında Hz. Muham-
med’e dua.
cemaat:
bir imama uyup na-
maz kılan Müslümanlar toplu-
luğu.
cihet:
yön.
daire-i rıza:
razı olma dairesi.
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan.
ezcümle:
bu cümleden olarak.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
gayet:
son derece.
hadis:
Hz. Muhammed’e (asm)
ait söz, emir, fiil veya Hz. Pey-
gamberin onayladığı başkası-
na ait söz, iş veya davranış.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, esas.
hususî:
özel.
hüccet:
delil.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ittifak:
birleşme, fikir birliği et-
me.
izahat:
izahlar, açıklamalar.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
lâtif:
yumuşak, tatlı, hoş.
makbuliyet:
makbullük, be-
ğenilmişlik, geçerlilik.
meal:
mana, anlam, mefhum.
muvafık:
uygun, münasip.
münasebet:
vesile, -dan dola-
yı.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
nokta-i nazar:
görüş açısı, ba-
kış açısı; görüş, fikir.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.