Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 30

birden parlamış. Bu vakıa, ehl-i keşifçe vaki ve meşhut
olmuştur. O hâdise-i ruhaniyeyi, o zaman ehl-i velâyetin
bir kısmı müşahede etmiş, bazı da rüyayla görmüşler. (Üs-
tadımın sözü burada tamam oldu.)
İk
inci fark şudur ki: Ü
stadım kendi şahsiyetini mercii-
yetten azlediyor. Yalnız Risale-i Nur’u merci gösteriyor.
Hazret-i Mevlâna’nın şahsiyeti ise, kutbü’l-irşat, mercii’l-
has ve’l-âmm olmuştur.
Üçüncü fark:
Hazret-i Mevlâna (
KS
), zülecnihadır. Fa-
kat, zamanın muktezasıyla sünnet-i seniyeye çok kuvvet
vermekle beraber ilm-i tarikati esas tutmak cihetiyle tari-
katı daha ziyade tutmuş, o noktada sarf-ı himmet etmiş.
Üstadım ise, şu dehşetli zamanın muktezasıyla ilm-i haki-
kati ve hakaik-ı imaniye cihetini iltizam ederek, tarikate
üçüncü derecede bakmışlar.
Elhasıl:
Baştaki hadis-i şerifin “Her yüz sene başında
dini tecdid edecek bir müceddid gönderiyor” vaad-i İlâhî-
sine binaen, Hazret-i Mevlâna Halid, ekser ehl-i hakikat-
ça, 1200 senesinin, yani on ikinci asrın müceddididir.
Madem tam yüz sene sonra, aynen dört cihette tevafuk
ederek Risale-i Nur eczaları aynı vazifeyi görmüştür. Ka-
naat verir ki –nass-ı hadisle– Risale-i Nur tecdid-i din hu-
susunda bir müceddit hükmündedir.
Benim Üstadım daima diyor ki: “Ben bir neferim, fakat
müşir hizmetini görüyorum. Yani kıymet bende değil.
Belki Kur’ân-ı Hakîm’in feyzinden tereşşuh eden
asır:
yüzyıl.
azil:
birisini işinden veya maka-
mından ayırma, işinden çıkarma,
yol verme.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
cihet:
yön.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısımlar.
ehl-i hakikat:
hakikati arzulayan-
lar, gerçeği bulup onun peşinden
gidenler; Allah adamı.
ehl-i keşif:
bazı sırları, bilinmeyen
hakikatleri, Cenab-ı Hakkın lütuf
ve ihsanı ile bilen velîler.
ehl-i velâyet:
velî olanlar; erenler,
Allah’ın dostluğunu kazananlar,
velîlik sıfatını taşıyanlar.
ekser:
pek çok.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle, kı-
saca.
feyz:
bolluk, bereket; ihsan, bağış.
hâdise-i ruhaniye:
ruhen yaşanan
hâdise, olay.
hadis-i şerif:
Peygamberimizden
aktarılan sözlerin genel adı.
hakaik-ı imaniye:
imana ait haki-
katler, imanî gerçekler.
hitam:
son, nihayet.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
ilm-i hakikat:
hakikat ilmi.
ilm-i tarikat:
tarikat, tasavvuf ilmi.
iltizam:
birinin tarafını tutma, ta-
rafgirlik.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
kıymet:
değer.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve sure-
sinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
kutbülirşat:
büyük mürşit.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
merci:
merkez, kaynak.
mercii’l-has ve’l-âmm:
halkın ve
idarecilerin, avamın ve havassın
başvuru mercii, merkezi.
merciiyet:
merkezilik, kaynak
olan yer, çıkış yeri.
meşhut:
gözle görülen, müşahede
olunan.
muktezâ:
iktiza etme, gerekme.
müceddit:
hadis-i şerifle, her asır
başında geleceği müjdelenen di-
nin yüksek hizmetkârı; dine yeni
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 30 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
bir tarzla yaklaşan, asrın şart-
larına göre ve ortaya atılan ye-
ni şüphe ve taarruzlara karşı
dini yorumlayıp kuvvetlendi-
ren büyük âlim.
müşahede:
İlâhî güzellikleri ve
sırları görme, seyretme.
müşir:
en yüksek askerî dere-
ce, mareşal.
nass-ı hadis:
hadisin delil ol-
ması.
nefer:
asker, er.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sarf-ı himmet:
himmetini sar-
fetmek, gayret göstermek.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüce sünneti;
yüksek hâl, söz, tavır ve tas-
vipleri.
şahsiyet:
kişilik.
tarikat:
Allah’a ulaşmak için
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tecdîd:
yenileme, tazeleme.
tecdîd-i din:
dinin esaslarına
dokunmadan, asrın şartlarına
göre yeni izah ve ispatlarla, in-
sanların anlayışına en uygun
bir şekilde ortaya koyma.
tereşşuh:
sızıntı, damla.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.
vaad-i İlâhî:
Cenab-ı Hakk’ın
verdiği söz.
vakıa:
olay.
vâki:
olmuş, meydana gelmiş.
vazife:
görev.
ziyade:
çok, fazla.
zülecniha:
çok kanatlar sahibi,
iki kanatlı.
1...,20,21,22,23,24,25,26,27,28,29 31,32,33,34,35,36,37,38,39,40,...560
Powered by FlippingBook