Fakat Üstadımızın teşrif ettiği zaman yaz mevsiminin
en hararetli zamanı idi. Yağmurlar kesilmiş, Isparta’yı is-
ka eden sular azalmış, bir kısm-ı mühimminin menbaı ke-
silmiş, ağaçlar sararmaya, otlar kurumaya, çiçekler bu-
ruşmaya başlamıştı.
Risale-i Nur’un en ziyade intişar ettiği mahal Isparta vi-
lâyeti olduğu için, Risale-i Nur hakkındaki inayat-ı Rab-
baniyeyi pek yakından temaşa eden Risale-i Nur’un
Şakirtleri olan bizler, acip bir vakıaya daha şahit olduk.
Bu hâdise ise Risale-i Nur Müellifinin Isparta’ya teşrifi-
ni müteakip, bir asır içinde bir veya iki defa vukua gelen,
bu yaz mevsimindeki yağmurun kesretle yağması olmuş-
tur. Pek harika bir surette yağan bu yağmur Isparta’nın
her tarafını tamamen iska etmiş; nebatata yeniden hayat
bahşedilmiş; bağlar, bahçeler başka bir letafet kesb etmiş;
ekserisi hemen hemen ziraatle iştigal eden halkın yüzle-
ri, Risale-i Nur’un nail olduğu inayetten ve bereketinden
olan bu yağmurdan istifade ederek gülmüş, ruhları inbi-
sat etmişti. Cenab-ı Hak, kemal-i rahmetiyle, bu yaz mev-
siminin bu şiddetli ve hararetli vaziyetini, baharın en le-
tafetli, en şirin ve en hoş vaziyetine tebdil etti. Güya
Risale-i Nur, yüz on dokuz parçasıyla, müellifi olan Üsta-
dımıza bir taraftan hoşamedî etmek ve mahzun olan kal-
bine teselli vermek ve gamnak ruhunu tatyip etmek; ve
diğer taraftan da, sekiz seneden beri yaşadığı Barla’yı
unutturmak ve o muhteşem çınar ağacını ve dostlarını ve
alâkadar olduğu şeylerden gelen firak hüznünü hatır-
latmamak için, Cenab-ı Hak’tan yüz on dokuz risalenin
alâkadar:
ilgili, ilişki.
asr:
yüzyıl.
bahş:
bağış, ihsan, verme.
bereket:
bolluk, bereket, gürlük.
ekserî:
çoğu kısmı.
firak:
ayrılık.
gamnâk:
gamlı, tasalı, kaygılı.
güya:
sanki.
hâdise:
olay.
hararet:
sıcaklık.
hârika:
olağanüstü.
hoşamedi:
hoş geldin deme, kar-
şılama merasimi, hoş geldin töre-
ni.
hüzn:
keder, tasa, gam.
inayat:
lütuflar, ihsanlar, iyilikler,
yardımlar.
inayat-ı Rabbaniye:
her şeyi ter-
biye ve idare eden Cenab*ı
Hakk’ın yardımları.
inbisat:
ferahlama, yayılma, geniş-
leme.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
iska:
su verme, sulama, suvarma.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
iştigal:
bir işle uğraşma, meşgul
olma.
kemal-i merhamet:
merhametin
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 32 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
son derecesi, tam bir merha-
met, mükemmel ve kusursuz
merhamet ile.
kesb:
kazanma.
kesretli:
çokluğu olan, çok
fazla.
kısm-ı mühim:
önemli kısım.
letafet:
güzellik.
mahal:
yer.
mahzun:
hüzünlü, kederli,
üzüntülü.
menba:
kaynak.
muhteşem:
haşmetli, yüce.
müellif:
eser telif eden, yazan.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müşahede:
İlâhî güzellikleri ve
sırları görme, seyretme.
müteakip:
den sonra.
nail:
kavuşan, ulaşan, eren.
nebatat:
bitkiler.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî
varlık.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tatyib:
iyi davranma, gönlünü
hoş etme, hoşlandırma.
tebdil:
değiştirme, dönüştür-
me.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
teşrif:
şereflendirme; büyük
birinin bir yere gitmesi veya
bir yerden gelmesi.
vakıa:
olay.
vaziyet:
durum.
vilayet:
il.
vuku:
olma, gerçekleşme,
meydana gelme.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işken-
ce.