1324’te Osmanlı Saltanatının payitahtına girmiş, müca-
hede-i maneviyesine hazırlanmış.
Üçüncüsü:
Ehl-i siyaset, Hazret-i Mevlâna’nın fevkalâ-
de şöhretinden tevehhüm ederek diyar-ı Şam’a nakletti-
rilmesi, 1238’de vaki olmuştur. Üstad ise, aynen yüz se-
ne sonra 1338’de Ankara’ya gidip, onlarla uyuşamayıp,
onları reddederek, küserek, tekrar Van’a gidip, bir dağ-
da inziva ederken 1338 senesini müteakip, Şeyh Said
Hâdisesinin vukuu münasebetiyle ehl-i siyasetin vehmine
dokunmuş; ondan korkarak Burdur ve Isparta, Kastamo-
nu, Afyon vilâyetlerinde sekizer sene, yirmi beş sene ika-
met ettirilmiş.
Dördüncüsü:
Hazret-i Mevlâna, yaşı yirmiye baliğ ol-
madan evvel allâme-i zaman hükmünde, fuhul-i ulema-
nın üstünde görünmüş, ders okutmuş. Üstad ise, tarih-
çe-i hayatını görenlere ve bilenlere malûmdur ki, on dört
yaşında icazet alıp a’lem-i ulema-i zamana karşı muara-
zaya girişmiş, on dört yaşında iken, icazet almaya yakın
talebeleri tedris etmiştir.
Hem Hazret-i Mevlâna, neslen Osmanlı olduğu ve
sünnet-i seniyeye bütün kuvvetiyle çalıştığı gibi, Üsta-
dım, Kur’ân-ı Hakîm’e hizmet noktasında, meşreben
Hazret-i Osman-ı Zinnureyn’in arkasında gidip, Hazret-i
Mevlâna (
KS
) gibi, Risale-i Nur eczalarıyla, bütün kuvve-
tiyle sünnet-i seniyenin ihyasına çalıştı.
İşte bu dört noktadaki tevafukat, tam yüz sene fasıla
ile Risale-i Nur’un takviye-i din hususundaki tesiratı,
a’lem-i ulema-i zaman:
zamanın
âlimleri içinde en çok bilen, asrın
âlimlerinin en büyüğü.
allâme-i zaman:
zamanın allâme-
si, zamanın ilmî seviyesi en yük-
sek olan büyük âlimi.
baliğ:
ulaşmış, erişmiş.
diyar-ı Şam:
Şam diyarı, bölgesi.
ecza:
cüz’ler, parçalar, kısımlar.
ehl-i siyaset:
ülkenin idaresiyle
meşgul olanlar, siyaset adamları,
politikacılar.
evvel:
önce.
fasıla:
ara.
fevkalâde:
olağanüstü.
fuhul-i ulema:
büyük âlimlerin
ileri gelenleri, âlimlerin en değerli-
leri, üstünleri.
hâdise:
olay.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
icazet:
diploma, yetki belgesi, şa-
hadetname.
ihya:
yeniden kuvvetlendirme,
kuvvet ve tazelik verme.
ikamet:
oturma, bir yerde kalma.
inziva:
bir köşeye çekilme, tek ba-
şına yaşama, dünya işlerinden vaz
geçme, dünyadan el-etek çekme.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve sure-
sinde sayısız hikmet ve faydalar
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 28 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
bulunan Kur’ân.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
meşreben:
meşrepçe, meşrep
olarak.
muaraza:
birbirine karşı gel-
me, söz ile karşılıklı mücadele.
mücahede-i maneviye:
ma-
nevî olarak yapılan cihat.
münasebet:
vesile, -dan dola-
yı.
müteakip:
den sonra.
nakl-i mekan:
yer değiştir-
mek.
neslen:
nesil itibariyle, soyca.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
payitaht:
başkent, başşehir.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
saltanat:
sultanlık, padişahlık,
hükümdarlık.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüce sünneti;
yüksek hâl, söz, tavır ve tas-
vipleri.
takviye-i din:
din takviyesi,
dinî inancın kuvvetlenmesi.
talebe:
öğrenci.
tarihçe-i hayat:
bir kimsenin
hayatını anlatan kitap; biyog-
rafi.
tedrîs:
okutma, ders verme.
tesirat:
etkiler, tesirler.
tevafukat:
tevafuklar, uygun-
luklar, raslantılar, birbirine uy-
gun gelişler.
tevehhüm:
vehimlenme, yok
olanı var zannetmekle ümit-
sizliğe ve korkuya düşme.
vâki:
olmuş, meydana gelmiş.
vehim:
zan, şüphe, yanlış ve
esassız düşünce.
vilayet:
il.
vuku:
olma, gerçekleşme,
meydana gelme.