(2)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
íu
Ñn
°ùo
j s
’p
G rm
Ån
°T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(1)
@ o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
(3)
Ék
ªp
F = Gn
O Gk
ón
HG o
¬o
JÉn
cn
ôn
Hn
h $G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µ`r
«n
?n
Y o
?n
Ós
°ùdn
G
Aziz, Sıddık Kardeşlerim,
Evvelâ:
Nurun fevkalâde has şakirtleri,
Sikke-i Gaybi-
ye
müştemilâtıyla, o evliya-i meşhureden, kırk günde bir
defa ekmek yiyip kırk gün yemeyen Osman-ı Halidî’nin
sarih ihbarı ve evlâtlarına vasiyetiyle ve Isparta’nın meş-
hur ehl-i kalb âlimlerinden Topal Şükrü’nün zahir haber
vermesiyle çok ehemmiyetli bir hakikatı dava edip, fakat
iki iltibas içinde, bu biçare, ehemmiyetsiz kardeşleri Sa-
id’e bin derece ziyade hisse vermişler. On seneden beri
kanaatlerini tadile çalıştığım hâlde, o bahadır kardeşler
kanaatlerinde ileri gidiyorlar. Evet, onlar, On Sekizinci
Mektuptaki iki ehl-i kalb çobanın macerası gibi, hak bir
hakikati görmüşler; fakat tabire muhtaçtır. O hakikat de
şudur:
Ümmetin beklediği, ahirzamanda gelecek zatın üç
vazifesinden en mühimi ve en büyüğü ve en kıymettarı
olan iman-ı tahkikîyi neşir ve ehl-i imanı dalâletten kur-
tarmak cihetiyle, o en ehemmiyetli vazifeyi aynen bitama-
miha Risale-i Nur’da görmüşler. İmam-ı Ali ve Gavs-ı
Azam ve Osman-ı Halidî gibi zatlar, bu nokta içindir ki,
o gelecek zatın makamını Risale-i Nur’un şahs-ı ma-
nevîsinde keşfen görmüşler gibi işaret etmişler. Bazen
de o şahs-ı manevîyi bir hadimine vermişler, o hâdime
ahirzaman:
dünyanın son zamanı
ve son devresi, dünya hayatının
kıyamete yakın son devresi.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bahadır:
cesur, yiğit, kahraman.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bitamamiha:
tamamen, bütünüy-
le, hepsi.
cihet:
yön.
dalâlet:
iman ve İslâmiyet’ten ay-
rılmak, azmak.
dava:
iddia.
ehemmiyetli:
önemli.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
ehl-i kalp:
maneviyata çok kıy-
met veren, kalben Cenab-ı Hakka
çok yakınlık hissedip çok hikmet-
lerden anlayan zat.
evlât:
çocuklar.
evliya-i meşhure:
ünlü velîler.
evvelâ:
birinci olarak, her şeyden
önce, ilk olarak.
fevkalâde:
olağanüstü.
Gavs-ı Azam:
en büyük gavs, Ab-
dülkadir-i Geylânî Hazretlerinin
namı.
hâdim:
hademe, hizmetçi.
hâk:
doğruluk.
hakikat:
gerçek, esas.
hâs:
ileri gelen, seçkin olan.
hisse:
pay, nasip.
ihbar:
haber verme, bildirme.
iltibas:
karıştırmak.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman, ima-
na dair bütün meseleleri inceleyip
delil ve bürhan ile inanma.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
keşfen:
keşif yoluyla, gizli bir şe-
yin Allah tarafından birisine ilham
edilmesi yoluyla.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
makam:
manevî mevki.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müştemilât:
şümulünde olan
şeyler, içinde bulunanlar.
neşir:
yayma,yayım, herkese
duyurma.
nokta:
konu, konu ile ilgili
önemli bölüm.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sarih:
açık, âşikar.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hak-
kı ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cema-
atteb meydana gelen manevî
şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tabir:
yorum, yorumlama.
tadil:
doğrultma, düzeltme.
ümmet:
Müslümanların tama-
mı; bütün Müslümanlar.
vasiyet:
bir kimsenin öldük-
ten sonra yapılmasını istediği
şeyler için, sağlığında verdiği
emir ve ısmarlama.
vazife:
görev.
zahir:
açık, âşikar.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
çok, fazla.
1.
Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın adıyla.
2.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi: 44.)
3.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebediyen ve dâima üzerinize olsun.
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 18 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ