verdiği gibi, ehl-i siyaseti de evhama düşürüp Risale-i
Nur’un neşrine zarar gelir. Bu zaman, şahs-ı manevî za-
manı olduğu için, böyle büyük ve bâkî hakikatler, fânî ve
âciz ve sukut edebilir şahsiyetlere bina edilmez.
Elhâsıl:
O gelecek zatın ismini vermek –üç vazifesi bir-
den hatıra geliyor– yanlış olur. Hem hiçbir şeye alet ol-
mayan Nurdaki ihlâs zedelenir, avam-ı mü’minin naza-
rında hakikatlerin kuvveti bir derece noksanlaşır. Yakini-
yet-i bürhaniye dahi, kazaya-i makbuledeki zann-ı galibe
inkılâp eder; daha muannit dalâlete ve mütemerrid zındı-
kaya tam galebesi, mütehayyir ehl-i imanda görünmeme-
ye başlar. Ehl-i siyaset evhama ve bir kısım hocalar itira-
za başlar. Onun için, Nurlara o ismi vermek münasip gö-
rülmüyor. Belki “Müceddittir, onun pişdarıdır” denilebi-
lir.
Umum kardeşlerimize binler selâm.
(1)
»/
bÉn
Ñr
dGn
ƒo
g »/
bÉÑr
dn
G
Kardeşiniz
Said Nursî
* * *
(3)
/
?p
ór
ªn
ëp
H o
íu
Ñn
°ùo
j s
’p
G r
Ån
°T r
øp
e r
¿p
Gn
h
(2)
@ o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°SÉp
H
(4)
Ék
ªp
F = Gn
O Gk
ón
HG o
¬o
JÉn
cn
ôn
Hn
h $G o
án
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µ`r
«n
?n
Y o
?n
Ós
°ùdn
G
Aziz, Sıddık, Sarsılmaz, Sebatkâr, Fedakâr,
Vefadar Kardeşlerim!
Bilirsiniz ki, Ankara ehl-i vukufu Risale-i Nur’a ait
kerametleri ve işaret-i gaybiyeleri inkâr edememişler.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
avam-ı mü’minîn:
mü’minlerin
geniş halk tabakası, avam olanları.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve kalıcı
olan.
binâ:
kurma, dayandırma.
dalâlet:
iman ve İslâmiyet’ten ay-
rılmak, azmak.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
ehl-i siyaset:
ülkenin idaresiyle
meşgul olanlar, siyaset adamları,
politikacılar.
ehl-i vukuf:
hâkimler.
elhâsıl:
hasılı, netice itibariyle, kı-
saca.
evham:
vehimler, zanlar, kuruntu-
lar.
fânî:
ölümlü, geçici.
fedakâr:
kendini veya şahsî men-
faatlerini hiçe sayan, feda eden.
galebe:
galip gelme, üstünlük.
hakikat:
gerçek, esas.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli başka
bir karşılık beklemeksizin, sırf Al-
lah rızası için yapma.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
işaret-i gaybiye:
gaypla ilgili işa-
ret; Hz. Peygamber, müçtehit
imamlar tarafından gayba ait veri-
len haberler, işaret yolu ile yapılan
açıklamalar.
kazâyâ-yı makbule:
kabule maz-
har olmuş hüküm ve iddialar.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya ta-
biatüstü hâdiseler.
metin:
sağlam ve dayanıklı; kolay-
lıkla sarsılmayan, telaşa düşme-
yen ve korkuya kapılmayan.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
Müceddit:
hadis-i şerifle, her asır
başında geleceği müjdelenen di-
nin yüksek hizmetkârı; dine yeni
bir tarzla yaklaşan, asrın şartlarına
göre ve ortaya atılan yeni şüphe
ve taarruzlara karşı dini yorumla-
yıp kuvvetlendiren büyük âlim.
münasip:
uygun.
mütehayyir:
hayrete düşen, şaşı-
ran.
mütemerrit:
temerrüt eden, inat-
çı, kötü fiilinde inatlaşan.
nazar:
bakış, nezdinde.
neşr:
kitap basma, çıkarma; her-
kese duyurma, yayma.
pîşdâr:
önde giden, öne dü-
şen, öncü.
sebatkâr:
sebat eden, sözün-
de ve kararında duran, vaz-
geçmeyen, sebatlı.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hak-
kı ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
sükût:
değerden düşme, de-
ğerini yitirme.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cema-
atteb meydana gelen manevî
şahıs.
şahsiyet:
kişilik.
umum:
bütün.
vefadar:
sözünde ve dostlulu-
ğunda devamlı olan, vefalı
dost.
yakîniyet-i burhaniye:
kesin
deliller.
zann-ı galip:
galip kanaat; üs-
tün gelen zan, kuvvetli ihtimal,
kuvvetli, gerçeğe en yakın
olan zan.
zat:
kişi, şahıs.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
1.
Bâkî olan ancak Allah’tır.
2.
Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın adıyla.
3.
Hiçbir şey yoktur ki Onu övüp Onu tesbih etmesin. (İsrâ Sûresi: 44.)
4.
Allah’ın selâmı, rahmeti ve bereketi ebediyen ve dâima üzerinize olsun.
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 20 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ