bilirim. Binler dostlarım ve kardeşlerimin cennete girme-
leri için, cehennemi kabul ederim.
Said Nursî
* * *
İŞÂRÂT-I KUR’ÂNİYE VE ÜÇ KERAMET-İ ALEVİYE VE
KERAMET-İ GAVSİYE HAKKINDA BİR TENBİH VE
İHTARDIR.
Bu gayet mahrem risaleler, nasılsa, muannit bir nâ-
mahremin eline bu risalelerden birisi geçmiş. Gayet sat-
hî ve inat nazarıyla bir iki yerine haksız bir itiraz ile ehem-
miyetli bir hâdiseye sebebiyet verdiğinden, bu mecmua,
Risale-i Nur’un has talebelerine, belki ehass-ı havassa
mahsus olduğu halde ve benim vefatımdan sonra intişa-
rına müsaade olmasıyla beraber, şimdi mezkûr hâdisenin
sebebiyle herkese değil, belki ehl-i insaf ve Risale-i Nur’la
alâkadar ve talebelerinden bulunanlara ve haslardan bir-
kaç şakirdin tensibiyle gösterilebilir fikriyle yazdık. Şimdi
ise, iki sene iki mahkeme tetkikten sonra bize iade edil-
mesinden, neşrine mecbur olduk.
•
İkinci Nokta:
Bu risale, baştan aşağıya kadar birtek
neticeye bakıyor. Bine yakın emarelerle Risale-i Nur’un
makbuliyetine bir imza basıldığını ispat ediyor. Böyle bir-
tek davaya bu derece kesretli ve ayrı ayrı cihetlerde bin-
ler emareler ve imalar onu göstermesi, ilmelyakin değil,
belki aynelyakin, belki hakkalyakin derecesinde o davayı
ispat eder.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
aynelyakin:
gözle görür derecede
inanma; bir şeyi görerek ve seyre-
derek bilme.
cihet:
yön.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ehass-ı havas:
seçkinlerin en seç-
kini, ileri gelenlerin en başındaki.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i insaf:
insaf sahipleri, merha-
metli olanlar, orta yolu tutanlar.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
gaybî:
gaypla ilgili, görünmeyenle-
re ait.
gayet:
son derece.
hâdise:
olay.
hakkalyakin:
marifet mertebesi-
nin en yükseği; bir şeyi yaşayarak,
içine girerek, doğruluğundan şüp-
heye asla yer bırakmayacak bi-
çimde kesin olarak bilme.
hâs:
ileri gelen, seçkin olan.
iade:
geri verme.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ilmelyakîn:
ilim yoluyla kesin ola-
rak bilme.
ima:
dolaylı, üstü kapalı ifade et-
me.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
ispat:
sağlam ve dayanıklı hale ge-
tirme; doğruyu delillerle gösterme.
işarat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın işa-
retleri.
itiraz:
kabul etmediğini belirtip
karşı çıkma.
keramet-i Aleviye:
Hz. Ali’ye ait
keramet, olağanüstü, fevkalâde
hâl.
keramet-i Gavsiye:
Seyyid Abdül-
kadir Geylânî’nin kerâmeti.
kesretli:
çokluğu olan, çok fazla.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken, gizli.
makbuliyet:
makbullük, beğenil-
mişlik, geçerlilik.
mecmua:
toplanıp, biriktirilmiş,
düzenlenmiş yazıların hepsi.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 24 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
lan.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
müsaade:
izin.
namahrem:
mahrem olma-
yan, bir şeyi bilmemesi gere-
ken kişiler.
nazar:
bakış.
neşr:
kitap basma, çıkarma;
herkese duyurma, yayma.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sathî:
yüzeysel, derine inme-
yen, üstün körü.
sebebiyet:
sebep olma.
şakirt:
talebe, öğrenci.
talebe:
öğrenci.
tembih:
uyarma, ikaz.
tensip:
uygun görme, müna-
sip kılma, uygun bulma.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
celeme.
vefat:
ölüm.