olan İslâmî esasların ve cereyanların ve şeairlerin kırılma-
sıyla bozulmaya yüz tutan vicdan-ı umumîyi, Kur’ân’ın
icazıyla ve geniş yaralarını Kur’ân’ın ve imanın ilaçlarıyla
tedavi etmeye çalışıyor. Elbette böyle küllî ve dehşetli tah-
ribata ve rahnelere ve yaralara, hakkalyakin derecesinde
ve dağlar kuvetinde hüccetler, cihazlar ve bin tiryak hasi-
yetinde mücerreb ilaçlar ve hadsiz edviyeler bulunmak ge-
rektir ki, bu zamanda Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın i’caz-ı
manevîsinden çıkan Risale-i Nur, o vazifeyi görmekle be-
raber, imanın hadsiz mertebelerinde terakkiyat ve inkişa-
fata medardır”
diye, uzun bir mükaleme cereyan etti. Ben
de tamamen işittim, hadsiz şükrettim.
Bu hâdise münasebetiyle, yine bu günlerde hatırıma
gelen bir vakıayı beyan ediyorum:
Ben namaz tesbihatının ahirinde otuz üç defa Kelime-i
Tevhid zikrederken, birden kalbime geldi ki: Hadis-i şe-
rifte, “
Bazen bir saat tefekkür, bir sene ibadet hükmüne
geçer.”
(1)
“Risaletü’n-Nur’da o saat var; çalış, o saati bul!”
ihtar edildi. Âdeta ihtiyârsız bir surette Kur’ân’ın ayetü’l-
kübrasının iki tefsiri olan iki
Ayetü’l-Kübra
risalelerinden
mülahhas, tefekkürî bir tekellüm tam bir saat devam etti.
Baktım, size gönderdiğim
Ayetü’l-Kübra
risalesinin bi-
rinci makamının hülâsasından müntehap güzel bir sırrını
hülâsa ile Yirmi Dokuzuncu Lem’a-i Arabiyeden müstah-
reç nurlu, tatlı fıkralardan terekküb ediyor. Ben kemal-i
lezzetle hergün tefekkür ile okumaya başladım. Birkaç
gün sonra hatırıma geldi ki: Madem Risale-i Nur bu
kelime-i Tevhid:
tevhid-i İlâhîyi
ifade eden lâilahe illallah Muham-
medün Resulullah cümlesi.
kemal-i lezzet:
lezzetin mükem-
melliği, tam ve mükemmel lezzet.
Kur’ân-ı Mucizül Beyan:
açıkla-
malarıyla akılları benzerlerini yap-
maktan aciz bırakan Kur’an.
küllî:
umumî, genel, bütün olan.
Lem’a-i Arabiye:
Arapça yazılmış
olan lem’a.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
makam:
yer, durak.
medar:
sebep, vesile.
mertebe:
derece, basamak.
muhlis:
ihlaslı, samimî; bir işi hiç
bir karşılık beklemeden sırf Allah
rızası için yapan.
mücerrep:
tecrübe edilmiş, de-
nenmiş.
mükâleme:
konuşma.
münasebet:
vesile, -dan dolayı.
müntehap:
seçilmiş, seçkin, güzi-
de, mümtaz.
müstahreç:
alıntı yapılmış, alın-
mış, bir kitaptan alınmış.
nurlu:
ışıklı, parıltılı.
rahne:
zarar, ziyan; gedik, yara.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi, Bedi-
üzzaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sır:
gizli hakikat.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şeair:
dinin alâmetleri, işaretleri.
şükür:
Allah’ın nimetlerine karşı
memnunluk gösterme, gerek dil
ile gerekse hal ile Allah’ı hamd et-
me.
tahribat:
tahripler, yıkıp bozmalar.
tefekkür:
derin düşünme; eşyanın
hakikatini, yaratıcının sırlarını kav-
ramak ve ibret almak için zihnen
ve kalben düşünme.
tefekkürî:
tefekküre ait, düşünce
ile ilgli.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, açıklaması.
tekellüm:
söyleme, konuşma.
terakkiyat:
ilerlemeler, gelişme-
ler, yükselişler.
terekküp:
karışıp birleşme, birden
fazla şeyin birleşmesinden oluş-
ma.
tesbihat:
tesbihler, Cenab-ı Hak-
kın bütün noksan sıfatlardan uzak
ve bütün kemal sıfatlara sahip ol-
duğunu ifade eden sözler.
tiryak:
en iyi çare, baş ilâç.
vakıa:
olay.
vazife:
görev.
vicdan-ı umumî:
kamu vicdanı.
zikr:
Allah’ın adlarını anarak dua
etme, Allah’ı anma.
ahir:
son.
ayetülkübra:
en büyük delil,
ayet anlamında Risale-i Nur’da
7. Şua adlı eser.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
cereyan:
akım, fikir, sanat ve-
ya siyaset hareketi.
cihaz:
aza, organ.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
edviye:
ilâçlar, devalar.
fıkra:
kısım, bölüm.
Hadis-i şerif:
Peygamberimiz-
den aktarılan sözlerin genel
adı.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakkalyakin:
imanî meselele-
rin hakikatini tam olarak anla-
ma.
hasiyet:
bir şeye has özellik,
nitelik.
hüccet:
delil.
hükmüne:
yerine, değerine.
hülâsa:
kısaca, özet.
i’caz-ı manevî:
manen mucize
oluş.
icaz:
az sözle çok mana ifade
etme.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlat-
ma, uyarı.
ihtiyarsız:
irade ve istem dışı.
iman:
inanç, itikat.
inkişafat:
inkişaflar, açılmalar,
gelişmeler.
İslâmî:
İslâm ile alâkalı, İslâm’a
ait.
1.
Keşfü’l-Hafâ, 1: 1004.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 53 |
M
ÜHİM
P
ARÇALAR