Hem, Risale-i Nur’un sühuletle intişarının bir kerame-
tini, bu mektubu yazdığımız zamanda ve yemekteki kera-
met dakikasında gözümüzle gördük. Şöyle ki:
Ehemmiyetli yedi sekiz risale ve İşarat-ı Kur’âniye Şu-
aını, mühim bir mektupla beraber; bir torbada ehemmi-
yetli bir kardeşimize bir şehre göndermiştik. Şoför o pa-
keti düşürmüştü. Böyle bir zamanda böyle eserleri müna-
fıklar, casuslar haber almadan, emin bir el ile beş gün
sonra elimize geçti. Kanatimiz geldi ki, bir inayet bizi hi-
maye ediyor.
Hem, Risale-i Nurun hakkında inayet-i Rabbaniyenin
lâtif bir himayeti şudur ki:
Karanlık bir vaziyette, korkutan bir zamanda casusla-
rın ve taharri memurlarının tecessüsleri Üstadımızın
menzilini sarması dakikasında, bir fare, Üstadımızın bir
çorabını aldı. Ne kadar aradık, hiçbir yerde bulamadık.
O farenin yuvasını gördük; kabil değil, çorap oraya gire-
mez. İki gün sonra gördük ki; o hayvan, o çorabı getir-
miş, öyle yere ki, saklanmış, muhteviyatı unutulmuş olan
mahrem mektupların ve evrakların tam yanında bırakıl-
mış. Hâlbuki, iki defa oraya bakmıştık, görememiştik.
Hem, o çorabı o yere getirmek, soba borusuna çıkıp, yu-
karıdan olur; gayet kurnaz ve zeki adam ancak o işi ya-
par. Hiçbir cihette tesadüf ihtimali kalmadığından, Üsta-
dımız dedi: “Bu mektupları oradan kaldıracağız.” Biz on-
lara baktık, gerçi siyasetle alakaları yoktur; fakat, veh-
ham casuslara, aleyhimize habbeyi kubbe yapmaya
alâka:
ilgi, ilişki, yakınlık.
aleyh:
karşı, karşıt.
casus:
çeşitli konularda sır mahi-
yetindeki şeyleri öğrenip başkala-
rına bildiren kimse.
cihet:
yön.
ehemmiyetli:
önemli.
emin:
inanılır, güvenilir.
gayet:
son derece.
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
| 58 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
gerçi:
her ne kadar.
habbe:
tane.
himaye:
koruma, muhafaza
etme.
himayet:
koruma, esirgeme.
ihtimal:
olabilirlik.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
inayet-i Rabbanîye:
her şeyin
terbiye ve idare eden Cenab-ı
Hakk’ın yardımı.
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma.
işarat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
işaretleri.
kabil:
mümkün, ihtimal daire-
sinde.
kanaat:
inanma, görüş, fikir.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
kubbe:
gökyüzü, sema.
latîf:
güzel, hoş.
mahrem:
herkesçe bilinme-
mesi gereken, gizli.
menzil:
ev, oda, yer.
muhteviyât:
içindekiler.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münafık:
nifak sokan, arabo-
zucu; kalbinde küfrü gizlediği
halde Müslüman görünen.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sühulet:
kolaylık.
taharri:
arama, araştırma.
tecessüs:
bir insanın bilinme-
sini istemediği bir kusurunu,
ayıbını veya özel durumunu
araştırıp öğrenme arzusu.
tesadüf:
rastlantı.
vaziyet:
durum.
vehham:
çok şüphe ve vesve-
se eden, çok kuruntulu; ve-
himli, kuruntulu.