Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 67

fevkal-memul bir surette Risaletü’n-Nur’un bereketiyle
kurtulması; ve Risaletü’n-Nur’un Tercümanına ahiret ci-
hetinde çok alakadarlık gösteren bir hanım, o dehşetli
yangında hanesinin üçüncü katında bulunan elmas ve mü-
cevherat ve altınlarını kurtarmak için koşup çıktığı vakit
ateş her tarafını sarmış, elmas ve mücevheratını kurtara-
madığı gibi, kendi nefsini de bütün bütün tehlike-i katiye-
de gördüğü vakitte Risale-i Nur Tercümanı, o ateşten, ta-
lebesinin hanesini kurtarmasına şiddetli dua ederken, o
biçare hanım hatırına gelmiş, “Acaba o yangında o ahi-
ret hemşirem bulunmasın?” diye ona da Risaletü’n-Nur’u
şefaatçi edip dua etmiş.
“Yâ Rabbî, ona merhamet eyle!” niyaz etmiş. Aynı za-
manda o hanım, pencereyi kırmış, kendini iki kat yüksek-
liğinde avluya atmış, fevkalâde bir surette ne incinmiş, ne
de bir yeri kırılmış. Hem bakır ve demiri eriten o dehşetli
ve şiddetli yangından bütün konak yandıktan sonra bü-
tün mücevheratını ve altunun, hiçbiri zayi olmayarak mu-
hafaza etmiş; bulmuş, almış. Risaletü’n-Nur’un bereketin-
den hem canını, hem malını kurtarmış.
Hem, mezkur hâdisatın aynı zamanında vuku bulması
münasebetiyle, Risaletü’n-Nur’un kerametkârâne iki to-
katını yiyen, aynı anda vazifece ehemmiyetli iki müteca-
viz ve muacciz iki adamın tecavüz ve taciz anında birisi-
nin kafasına, diğerinin ciğerine vurması
(HAŞİYE)
bizde hiç
devamlı.
nefs:
kendi, şahıs.
neşr:
herkese duyurma, yayma,
tamim.
niyaz:
Allah’a yalvarma ve yakar-
ma.
Resul-i Ekrem:
çok cömert, kerîm
olan peygamber, Hz. Muhammed
(asm).
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şefaat:
birinden başkasının kusur-
larının veya suçunun bağışlanma-
sını dileme.
taciz:
rahatsız etme, huzursuz kıl-
ma, sıkma.
talebe:
öğrenci.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tecavüz:
saldırma, sataşma, baş-
kasının hakkına dokunma.
tehlike-i kat’iye:
kesin tehlike.
tercüman:
çeşitli hal, durum,
maksat veya duyguları ifade etme
vasıtası.
vazife:
görev.
vuku:
olma, gerçekleşme, meyda-
na gelme.
ya Rabbî:
Ey her şeyi en güzel şe-
kilde terbiye ve idare eden
Rabb’im.
zayi:
elden çıkmış, zarar, ziyan.
HAŞİYE:
Evet, o mütecavizlerden birisi dehalet etti, ölümden kurtuldu;
diğeri bir sene azap çekti, hem öldü.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 67 |
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
bereket:
bolluk, bereket, gür-
lük.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
cihet:
yön.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ehemmiyetli:
önemli.
elmas:
çok değerli.
faal:
her zaman çalışan, hare-
kette bulunan.
fevkalâde:
olağanüstü.
fevkalme’mul:
umulanın üs-
tünde, umulandan çok fazla.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hane:
ev.
haşiye:
dipnot.
hemşire:
kız kardeş, bacı.
hürmet:
saygı.
İsm-i âzam:
Cenab-ı Hakkın
bin bir isminden en büyük ve
manaca diğer isimleri kuşat-
mış olanı.
kerametkârane:
kerametli bir
şekilde, keramet gösterircesi-
ne.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
muacciz:
taciz eden, sıkıntı ve-
ren, sıkıcı, bıktırıcı, usandıran.
muhafaza:
koruma.
mücevherat:
mücevherler.
münasebet:
vesile, -dan dola-
yı.
mütecaviz:
saldırgan, belli sı-
nırını aşan.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
1...,57,58,59,60,61,62,63,64,65,66 68,69,70,71,72,73,74,75,76,77,...560
Powered by FlippingBook