RİSALE-İ NUR’UN BEŞ TALEBESİNİN
BİR FIKRASIDIR.
Isparta’nın saf menabi-i ilmiyesinden bir zat ki, tari-
kat-i âliye-i Nakşiye rüesasından ve bin iki yüz doksan iki
veya bin iki yüz doksan üç arasında dâr-ı bekaya teşrif bu-
yuran Beşkazalızade Osman Halidî Hazretleri, meslek-i
ilmiye ve ameliyesiyle alâkadarâne keşfiyat ve hâdisatını
bir hüccet-i katıa gibi vârislerine vasiyet ve mahz-ı tebşi-
ratlarını şöylece tevarüs eylemiştir. Hatta Üstad-ı muhte-
remimizin tevellüdüne tam isabetli olarak, tarih-i mezkûr-
da “İmanı kurtaran bir müceddid çıkacak; o da bu sene
tevellüt etmiş” demiş. Bundan başka, dört evlâdından bi-
risinin o zat ile müşerref ve mülâki olacağını ilâve etmiş-
tir. Bu beyanat-ı hakikiye şöylece cereyan etmiştir:
Bin üç yüz yirmi yedi Rumî senesi Atabey’de sünnet
ve hıfz cemiyetlerinden birinde müşarün ileyh Osman Ha-
lidî Hazretlerinin evlâtlarından sonuncusu Ahmed Efendi
merhumdan, “Müceddit, müceddit diyorsunuz. Nerede ve
kimdir?” İrad olunan suale cevaben, “Evet, şimdi mevcut-
tur ve hem otuz beş yaşlarındadır” demiştir.
Saniyen:
Isparta’nın Yenice Mahallesinden ve kardeş-
lerimizden Nuri tarafından merhum mumaileyh Ahmed
Efendi’den “Pederiniz, ‘Benim evlâdımdan birisi o mü-
cedditle mükâleme ve musafahada olacaktır’ demiş. Na-
sıldır?” diye sorulmuş. Cevaben, Ahmed Efendi merhu-
mun “Evet doğrudur. Ben onunla görüştüm” cevabında
ilme ait yol.
mumâileyh:
ismi geçen, bahsedi-
len.
musâfaha:
selam vermek ve sev-
gisini göstermek üzere birbirine el
uzatma.
müceddit:
hadis-i şerifle, her asır
başında geleceği müjdelenen di-
nin yüksek hizmetkârı; dine yeni
bir tarzla yaklaşan, asrın şartlarına
göre ve ortaya atılan yeni şüphe
ve taarruzlara karşı dini yorumla-
yıp kuvvetlendiren büyük âlim.
mükâleme:
konuşma.
mülâki:
görüşen, konuşan.
müşarünileyh:
kendine işaret edi-
len, ismi evvelce söylenmiş olan,
sözü edilen.
müşerref:
şerefli, yüce.
peder:
baba.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
rumî:
Rumî tarih ve sene, Rumî
takvim.
rüesa:
reisler, başkanlar.
saf:
halis, temiz.
saniyen:
ikinci olarak.
sual:
soru.
talebe:
öğrenci.
tarih-i mezkur:
zikredilen, adı ge-
çen tarih.
tarikat-ı âliye-i Nakşiye:
yüce
nakşi tarikati.
teşrif:
şereflendirme; büyük biri-
nin bir yere gitmesi veya bir yer-
den gelmesi.
tevarüs:
miras yoluyla geçme.
tevellüt:
doğma, doğum.
Üstad-ı muhterem:
muhterem,
saygıdeğer üstad.
vâris:
mirasçı.
vasiyet:
bir kimsenin öldükten
sonra yapılmasını istediği şeyler
için, sağlığında verdiği emir ve ıs-
marlama.
zat:
kişi, şahıs.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 77 |
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
alâkadarâne:
ilgilenerek, alâ-
ka göstererek.
beyanat-ı hakikiye:
gerçek
beyanlar, açıklamalar.
cemiyet:
manevî birlik teşkil
eden topluluk.
cereyan:
olma, meydana gel-
me.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
dâr-ı beka:
bâkî ve sonsuz
dünya; ahiret.
evlât:
çocuklar.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hıfz:
.
hüccet-i katıa:
kat’i ve kesin
delil, hiç bir şüpheye mahal bı-
rakmayan delil.
iman:
inanç, itikat.
irad:
söyleme.
keşfiyat:
keşifler, Allah’ın il-
ham etmesiyle gösterilen
gaybla ilgili sırlar.
mahz-ı tebşirat:
müjdelerin
en güzeli, müjdelerin tâ kendi-
si.
menabi-i ilmiye:
ilmin kay-
nakları.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş, ölü.
meslek-i ameliye:
.
meslek-i ilmiye:
ilim mesleği,