cidden bağlı olanlar gibi muhafaza buyurmuş.
Hafîz
ve
Alîm
ve
Hakîm
isimlerinin zahir bir tecellisi böylece le-
mean etmiş oldu.
Hulûsî
* * *
Mahrem olan “Sırr-ı İnna Atayna”da cifirle istihracım,
aynen
Münazarat
risalesinde, “Bir nur çıkacak; görece-
ğiz” diye gaybî müjdelerdeki gibi ilhami ve hak bir haki-
kati, fikrimle tatbikatımda bir kusur vardı. O kusur, beni
bir zaman düşündürüyordu.
Münazarat
ve
Sünuhat
gibi
risalelerdeki müjde-i Nuriyeyi, Risale-i Nur halletti. Dai-
re-i siyasiye yerine, yüksek bir daire-i Nuriye ile o kusuru
izale ettiği gibi; mahrem “Sırrı-ı İnna Atayna”da, “On iki-
on üç sene sonra İslâmiyet’e darbe vuranların başlarına
öyle müthiş bir patlayış olacak ki, kıyamete kadar unutul-
mayacak” mealindeki istihrac-ı cifri, çok geniş bir daire-
de olduğu hâlde, “nur sırrı”nın aksine olarak dar bir da-
irede ve hususî bir hükûmette tatbik etmek suretiyle fik-
rim o geniş daireyi ihata edemeyerek, o hakikatin sureti-
ni değiştirmiş.
Hâlbuki, o istihracın gösterdiği aynı tarihte, o rejimin
müessisi ve başı dünyadan göçtü, darbesini yedi. Ve ay-
nı senede perde altında, bilinmeyen ve küre-i arzın
ekserisini ve nev-i beşerin kısm-ı azamını istibdadı altına
alan bir müthiş cereyanın düğümü ve düğmesi ve manen
başı ve en müthiş olan o göçüp giden adam tokat yediği
aynı zamanda, daha sene tamam olmadan, o müthiş
seriyet, çoğunluk.
Kıyamet:
bütün kâinatın Allah ta-
rafından tayin edilen bir vakitte yı-
kılıp mahvolması.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
lemeân:
parlama, parıldama.
mahrem:
herkesçe bilinmemesi
gereken, gizli.
manen:
mana bakımından, mana-
ca.
meal:
mana, anlam, mefhum.
muhafaza:
koruma.
müessis:
tesis edici, tesis eden,
kuran, kurucu.
müjde-i Nuriye:
nurlu müjde.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
nev’i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sır:
gizli hakikat.
sırr-ı inna a’teyna:
Kevser suresi-
nin sırrı.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
tatbik:
uydurma, uygulama.
tatbikât:
uydurmalar, uygulama-
lar.
tecelli:
belirme, bilinme, görünme.
zahir:
açık, âşikar.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 73 |
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
Alîm:
her şeyi hakkıyla bilen
Allah.
cereyan:
akım, fikir, sanat ve-
ya siyaset hareketi.
cidden:
ciddî olarak, gerçek
olarak.
cifir:
harflere verilen sayı kıy-
meti ile geleceğe veya geçen
hâdiselere, ibarelerden tarih
veya isme dair işaretler çıkar-
mak ilmî.
daire-i Nuriye:
nura ait daire,
nur dairesi.
daire-i siyasiye:
siyaset daire-
si.
ekserî:
çoğu kısmı.
gaybî:
gaybla ilgili, bilinme-
yenle ilgili.
Hafîz:
yarattıklarını koruyup
gözeten Allah.
hâk:
doğru, gerçek, hakikat.
hakikat:
gerçek, esas.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla
uygun ve hikmetle yaratan,
hikmet sahibi Allah.
hall:
çözme, karışık bir mese-
leyi şüphe edilmeyecek dere-
cede açıklama.
hususî:
özel.
ihata:
kuşatma, içine alma.
ilhamî:
ilham ile elde edilen, il-
ham ile ulaşılan.
istibdat:
kendi başına ve hiç
bir nizama ve kanuna bağlı ol-
madan yönetme, keyfî idare
sistemi.
istihrac-ı cifrî:
cifre ait sonuç
çıkarmalar, cifirle ilgili hesapla-
malar.
istihraç:
bir şeyden bir şey çı-
karma, sonuç çıkarma, mana
çıkarma.
izale:
giderme, ortadan kaldır-
ma.
kısm-ı azam:
büyük kısım, ek-