payansız kusurlarımızın belki de setrine inşaallah vesile
olmasını Cenab-ı Erhamürrahimîn’den dileyerek, işbu
destgâh-ı manevîyi tahkimen Osman-ı Halidî’nin kıymet-
tar ve manidar, sadık ve meşhur ihbaratının hedef ve
masruf-i lehi günden daha aşikâr bir halde zuhur etmiştir.
Şu mütevali vekayi-i müsbete biz aciz hizmetçilere va-
zife-i aslîmizde ayrıca nazar-ı dikkati celbettiğine muttali
olduktan sonra, bin hamdüsena ile huzur-i Üstada birer
birer vücud-i manevîmizle arz-ı endam eder ve mübarek
ellerini öperiz. Aynı gayeye yardıma koşan ve aynı dest-
gâhın alâkadarları olan Küçük Hüsrev, Feyzi, Nazif, Emin,
Tahsin, Tevfik, Hilmi gibi kardeşlerimize arz ederiz.
Risale-i Nur Şakirtlerinden
Hasan, Osman, Tahirî, Abdullah
Hulûsî-i Sani Sabri
* * *
Aziz Kardeşlerim
Bugünlerde Tefsirin ve Onuncu Sözün tevafukatına
baktım. Kendi kendime dedim ki: “Bu ziyade tafsilat is-
raftır. Ehemmiyetli meseleler çoktur; vakit zayi olmasın.”
Birden ihtar edildi ki: “O tevafuk altında çok ehemmiyetli
meseleler vardır. Hem madem tevafukta bir inayet-i hassa
ve bir iltifat-ı Rahmanî Risaletün-Nur’a karşı tezahür
etmiş; o iltifata karşı hüsn-i şükran ve memnuniyet ve
müteşekkirâne sevinç ne kadar ifratkârâne de olsa,
ise.
manidar:
nükteli, ince manalı.
masruf-i leh:
faydalı iş, dönüş.
memnuniyet:
memnunluk, se-
vinçli oluş.
mesele:
önemli konu.
muttali:
bir işten haberi olan, bil-
gili, haberdar.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
müteşekkirâne:
müteşekkir ola-
rak, teşekkür edercesine.
mütevâlî:
birbiri ardınca giden,
ard arda gelen, takib eden, ara
vermeden süren.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bakma,
dikkatli bakış.
payan:
son, nihayet.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi, Bedi-
üzzaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sadık:
doğru, gerçek, hakikî olan.
setr:
örtme, kapama, gizleme.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tafsilât:
tafsiller, açıklamalar, izah-
lar.
tahkimen:
sağlamlaştırarak, kuv-
vetlendirerek.
tefsîr:
Kur’ân’ın mana bakımından
izahı, açıklaması.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbiri-
ne denk gelme.
tevafukat:
tevafuklar, uygunluk-
lar, raslantılar, birbirine uygun ge-
lişler.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
vazife-i aslî:
asıl vazife, görev.
vekayi-i müsbete:
müspet, olum-
lu olaylar.
vesile:
aracı, vasıta.
vücud-i manevî:
manevî vücut.
zayi:
elden çıkmış, zarar, ziyan.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
zuhur:
ortaya çıkma.
âciz:
zayıf, güçsüz, zavallı.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
arz:
sunma.
arz-ı endam:
boy-pos göster-
me.
aşikâr:
açık, belli, meydanda.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
celp:
çekme, kendine çekme.
Cenab-ı
Erhamürrâhimîn:
inayet ve rahmet, yardım ve
lütuf sahiplerinin en merha-
metlisi olan, şeref ve azamet
sahibi olan yüce Allah (c.c.).
destgâh:
tezgah.
destgâh-ı manevî:
manevî
tezgah.
ehemmiyetli:
önemli.
hamd ü sena:
şükür ve övgü.
Hulûsi-i sânî:
ikinci Hulûsi.
huzur-i Üstad:
Üstad’ın huzu-
ru.
hüsn-i şükran:
güzel teşek-
kür, şükür.
ifratkârâne:
aşırı giderek
ihbarat:
ihbarlar, bildirmeler,
haber vermeler.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlat-
ma, uyarı.
iltifat:
ilgi gösterme, yüzünü
çevirip bakma.
iltifat-ı Rahmanî:
hiç bir şeyi
hariç bırakmayarak bütün
mahlûkatına şefkat ve merha-
met eden Cenab-ı Hakkın ilti-
fatı, teveccühü.
inayet-i hassa:
özel yardım,
Cenab-ı Hakk’ın sevdiği kulları-
na yapmış olduğu hususî hi-
mayesi ve yardımı.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
işbu:
işte bu, bu.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
madem:
...den dolayı, böyle
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 79 |
M
ÜHİM
P
ARÇALAR