Mütebakisi, o cazibedar şeyhe karşı müstağni kaldılar. Ri-
saletü’n-Nur’un yüksek, kıymettar hizmet-i imaniyesi, on-
lara kafï olarak kanaat veriyordu. O şakirtlerin gayet kes-
kin kalb basireti, şöyle bir hakikati anlamış ki:
Risaletü’n-Nur’a hizmet eden, imanını kurtarıyor. Ta-
rikat ve şeyhlik ise, velayet mertebeleri kazandırıyor. Bir
adamın imanını kurtarmak, on mü’mini velayet derecesi-
ne çıkartmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü,
iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için, bir mü’mine
küre-i arz kadar bir saltanat-ı bakiyeyi temin eder; vela-
yet ise, mü’minin cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir
adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne ka-
dar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı
veli yapmaktan daha sevaptır.
İşte bu dakik sırrı, senin Ispartalı kardeşlerin bir kısmı-
nın akılları görmese de, umumunun keskin kalbleri gör-
müş ki; benim gibi biçare, günahkar bir adamın
arkadaşlığını, evliyalara, belki eğer olsaydı müçtehitlere
dahi tercih ettiler.
Bu hakikate binaen, bu şehre bir kutub, bir Gavs-ı
Azam gelse, dese: “Seni on günde velayet derecesine çı-
karacağım.” Sen, Risale-i Nur’u bırakıp onun yanına git-
sen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.
Lillâhilhamd, bu zamanda sünnet-i seniyye dairesinde
kemal-i imanı kazanan Risale-i Nur Şakirtleri, evliyaların,
mürşitlerin nazar-ı dikkatini celbedecek vaziyeti aldığın-
dan, her zamanda bulunan hakikî mürşitler, her hâlde
basiret:
kalp gözüyle görme, doğ-
ru ve ölçülü görüş.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
binaen:
-den dolayı, bu sebepten.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
celp:
çekme, kendine çekme.
dakik:
ince ve derin.
emsal:
benzerler.
evliya:
veliler, Allah dostları.
Gavs-ı Azam:
en büyük gavs, Ab-
dülkadir-i Geylânî Hazretlerinin
namı.
gayet:
son derece.
günahkâr:
günahlı, günah işlemiş.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hitaben:
hitap ederek, söyleyerek.
hizmet-i imaniye:
iman ve Kur’an
hakikatlerinin ikna edici ve ilmî
delillerle anlaşılmasına hizmet et-
me.
iman:
inanç, itikat.
kâfî:
yeter, elverir.
kemal-i iman:
imanın mükem-
melliği ve sağlamlığı.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kutup:
evliyalar içerisinde zama-
nın en büyük mürşidi olan.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
Lillâhilhamd:
Allah’a hamdolsun
ki!.
madem:
...den dolayı, böyle ise.
M
ÜHİM
P
ARÇALAR
| 70 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ
mertebe:
derece, basamak.
mü’min:
iman eden, inanan.
müçtehit:
ayet ve hadislerden
şer’î hükümler çıkarabilen, ge-
rekli bütün ehillik şartlarına
sahip olan, geniş ve derin bilgi-
li din âlimi.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu
gösteren, rehber, kılavuz.
müstağni:
tenezzül etmeyen,
gerekli bulmayan.
mütebaki:
geri kalan kısım.
nazar-ı dikkat:
dikkatli bak-
ma, dikkatli bakış.
nefer:
asker, er.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
saltanat-ı bâkiye:
bakî salta-
nat.
sır:
gizli hakikat.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüce sünneti;
yüksek hâl, söz, tavır ve tas-
vipleri.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şeyh:
tarikat dersi veren ma-
nevî lider, mürşit.
Tarikat:
Allah’a ulaşmak için
şeyhin gözetiminde müridin
takip edeceği terbiye usul ve
yolu.
temîn:
sağlama.
umum:
bütün, hepsi.
vaziyet:
durum.
velâyet:
velîlik, ermişlik, Allah
dostluğu.
velî:
Allah’ın sevgisine, hima-
yesine kavuşmuş, ermiş kim-
seler, Allah dostu, evliya.
vilayet:
il.