ve maddiyunluk
(HAŞİYE)
taununun aşılmasını çeviren ve
idare eden ervah-ı habisenin başlarına gelen bu dehşetli
semavî tokatlar, geniş bir dairede, o sırr-ı inna ağtayna’
nın hakikatini tam tamına ispat etmiş.
Sual:
Risale-i Nur, kat’î bürhanlara istinaden hükümle-
ri, aynı aynına, tevilsiz, tabirsiz hakikat çıkması ve yalnız
işarat-ı tevafukiye ve sünuhat-ı kalbiyeye itimaden beya-
natı, böyle dünyevî olan mesail-i istikbaliyede neden ba-
zan tabir ve tevile muhtaç oluyor diye hatırıma geldi.
Böyle bir cevap ihtar edildi ki:
Gaybî istikbal-i dünyevî-
de, başa gelen hâdisatı bildirmemekte Cenab-ı Erhamür-
rahimînin çok büyük bir rahmeti saklandığını ve gaybı giz-
lemekte çok ehemmiyetli bir hikmeti bulunduğu cihetle,
gaybî şeyleri haber vermekten yasak edip, yalnız müp-
hem ve mücmel bir surette, ya ilham veya ihtarla, bir
emareyi vesile ederek, keşfiyatta ve rüya-i sadıkada, bir
kısım gaybî hakikatlerini ihsas eder. O hakikatlerin husu-
si suretleri vukuundan sonra bilinir.
Said Nursî
* * *
Risale-i Nur Şakirtlerinden Emin, Hilmi, Kâmil
ve Feyzi’nin Bir Fıkrasıdır
Risale-i Nur’un kasabalara ve cemaatlere berekete me-
dar olması ve ona zarar edenlere tokat gelmesi gibi,
HAŞİYE:
Evet, maddiyunluk tâununun hastalığı nev-i beşere bu dehşetli
sıtmayı ve küre-ı arza bu titremeyi vermiştir.
bereket:
mübareklik, bolluk, saa-
det
beyanat:
açıklamalar, izahlar
bürhan:
delil, ispat, hüccet
cemaat:
topluluk, aralarında çeşitli
bağlar bulunan insanlar topluluğu
Cenab-ı Erhamürrâhimîn:
inayet
ve rahmet, yardım ve lütuf sahip-
lerinin en merhametlisi olan, şeref
ve azamet sahibi olan yüce Allah
(c.c.).
cihet:
yön
dehşetli:
ürkütücü, korkunç
dünyevî:
dünyaya ait
ehemmiyetli:
önemli
emare:
alâmet, belirti, nişan
ervah-ı habise:
habis, kötü ruhlar;
Allah’a isyan eden, itaati sevme-
yen anarşist ruhlar.
fıkra:
kısım, bölüm
gaybî:
gaybla ilgili, bilinmeyenle il-
gili
gayp:
gizli olan, görünmeyen şey-
ler ve alemler
hâdisat:
hâdiseler, olaylar
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hakikat:
gerçek, esas
haşiye:
dipnot
hikmet:
İlâhî gaye, gizli sebep, fay-
da
hususî:
özel
hüküm:
karar, emir
idare:
bir işi yürütme, çekip çevir-
me
ihsas:
hissetirme, sezdirme
ihtar:
hatırlatma, uyarı
ilham:
belli bilgi vasıtalarına baş-
vurmadan Allah tarafından insanın
kalbine veya zihnine indirilen ma-
na
ispat:
doğruyu delillerle gösterme
istikbal-i dünyevî:
dünyanın gele-
ceği
istinaden:
istinat ederek, dayana-
rak
işarat-ı tevafukiye:
tevafuk işa-
retleri, uygunluk belirtileri
itimaden:
itimat ederek, da-
yanarak, güvenerek.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan
keşfiyat:
keşifler, Allah’ın il-
ham etmesiyle gösterilen
gaybla ilgili sırlar
küre-i arz:
yer küre, dünya
maddiyyun:
maddenin ezelî
ve ebedî olduğuna, sonradan
yaratılmamış bulunduğuna
inananlar, maddeye bağlı ka-
lanlar, maddeciler, materya-
listler.
medar:
sebep, vesile
mesail-i istikbaliye:
gelecek
ile ilgli meseleler
mücmel:
kısa ve az sözle ifade
edilmiş, öz, özet
müphem:
belirsiz
nev’i beşer:
insanoğlu, insan-
lar
rahmet:
Allah’ın kullarını esir-
gemesi, onlara maddî ve ma-
nevî nimetler vermesi
rüya-yı sadıka:
doğru rüya,
makbul ve muteber kimsele-
rin gördükleri şekilde, dünya-
da hakikatları çıkan sadık rü-
ya.
sâir:
diğer, başka, öteki
semavî:
semaya ait, gökten
gelen; Allah tarafından olan,
İlâhî
suret:
biçim, tarz, görünüş
sünuhat-ı kalbiye:
kalbe ait
hatırlayışlar, içe doğuşlar
şakirt:
talebe, öğrenci
tabir:
yorum, yorumlama.
taun:
veba.
tevil:
yorumlama, yorum
vesile:
aracı, vasıta
vuku:
olma, gerçekleşme,
meydana gelme
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 332 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ