(2)
o
¬o
JÉn
cn
ôn
Hn
h$G o
ân
ªr
Mn
Qn
h r
ºo
µ`r
«n
?n
Y o
?n
Ós
°ùdn
G
(1)
@ o
¬n
fÉn
ër
Ño
°S /
¬p
ªr
°Sp
ÉH
Aziz, Sıddık Kardeşlerim,
Leyle-i Miracın, aynı Leyle-i Regaib gibi hiç inkâr edil-
mez bir tarzda, bir nevi mu’cize-i Ahmediye gibi bir kera-
metini ve kâinatça hürmetini gözümüzle gördük. Şöyle ki:
Nasıl evvelce yazdığımız gibi iki ay kuraklık içinde bu-
rada hiç yağmur gelmediği, güya Leyle-i Regaibi bekliyor
gibi o mübarek gecenin gelmesiyle emsalsiz bir gürültü
ile kudsiyetini burada gösterdiği gibi, aynen öyle de, o ge-
ceden beri buraya bir katre yağmur düşmediği halde, yir-
mi günden sonra aynen Miraç gecesi birden bire öyle bir
rahmet yağdı ki, dinsizlerde şüphe bırakmadı ki, Sahibü’l-
Miraç, Rahmeten li’l-Âlemîn olduğu gibi, onun Miraç ge-
cesi de bir vesile-i rahmettir. Hem ehl-i imanın imanları-
nı kuvvetlendirdiği gibi, meyusiyetlerini de bir derece iza-
le etti.
Hal-i âlemi bilmiyorum, fakat hissediyorum ki: Ehl-i
iman hem harici birkaç tarafta tazyikat, hem dâhilî endi-
şeler ve kuraklıktan gelen derd-i maişet ve nokta-i istina-
dı dünyaca bulamamaktan, ehemmiyetli bir meyusiyetin
tesiriyle, hatta ibadete karşı bir fütur gelmişti. Birden Mi-
raç gecesi, burada kerametiyle Leyle-i Regaibin kerame-
tini takviye ederek ehl-i imana bildirdi ki: “Siz sahipsiz de-
ğilsiniz. Kâinat kabzasında bulunan bir zatın, âleme rah-
met gönderdiği bir istinadgâhınız vardır” diye meyusiyet
ve endişelerini kısmen izale eyledi.
âlem:
dünya, cihan; bütün yaratıl-
mışlar.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
dahilî:
içe ait, içe dönük, iç ile ilgili.
derd-i maişet:
geçim derdi ve zor-
luğu, geçim sıkıntısı.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i iman:
inananlar, iman sahip-
leri.
emsalsiz:
benzersiz.
endişe:
kaygı.
evvelce:
daha önce.
fütur:
zayıflık, gevşeklik, usanç.
güya:
sanki.
hâl-i âlem:
şimdiki hâl ve yaşama
şekli.
haricî:
dışa ait, dış dünya ile ilgili.
hürmet:
riayet, ihtiram, saygı.
iman:
inanç, itikat.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
istinatgâh:
dayanak noktası, gü-
venilecek yer.
izale:
giderme, ortadan kaldırma.
kabza:
tutamak yeri, el.
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler.
katre:
damla.
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya ta-
biatüstü hâdiseler.
kısmen:
kısmî olarak, bazı yön-
den.
kudsiyet:
kutsallık, mukaddeslik,
azizlik.
leyle-i Miraç:
Miraç Gecesi, Hz.
Muhammed’in Miraca çıktığı gece,
Recep ayının 27. gecesi.
leyle-i Regaip:
Regaip Gecesi, Re-
cep ayının ilk Cuma gecesi.
me’yusiyet:
ümitsizlik.
miraç:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed (asm) Efendimizin,
Recep ayının 27. gecesinde
Cenab-ı Hakkın huzuruna ru-
hen, cismen, hâlen çıkması
mu’cizesi.
mu’cize-i Ahmediye:
Hz. Pey-
gamber (s.a.v)’in mu’cizesi.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
nevî:
çeşit, tür.
nokta-i istinat:
dayanak nok-
tası, güvenme ve itimat nok-
tası.
rahmet:
şefkat etmek, merha-
met etmek, esirgemek.
rahmeten li’l-âlemîn:
bütün
âlemlere rahmet olan, Hz. Mu-
hammed (asm).
sahibü’l-mirac:
miraç mu’ci-
zesinin sahibi.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hak-
kı ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma, teyit ve tasdik et-
me.
tarz:
biçim, şekil.
tazyikat:
tazyikler, baskılar,
zorlamalar.
tesir:
etki.
vesile-i rahmet:
rahmeti ka-
zanma sebebi.
zat:
kişi, şahıs.
1.
Her türlü kusur ve noksandan münezzeh olan Allah’ın adıyla.
2.
Allah’ın selâmı rahmeti ve berekâtı üzerinize olsun.
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 342 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ