şefaatçı ederek Cenab-ı Hak’tan halâs istedik. Elhamdü
lillâh, derhal sakin oldu.
“Kastamonu’da ise, o gece kaleden kopan çok büyük
bir taş, aşağıya yuvarlanarak bir haneyi ezmiş; birçok ha-
nelerde yarıklar, çıkıklıklar olmuş, birkaç ev çökmüş, hü-
kûmet binası yarılmış, daha bunun gibi hasarat ve zayiat
olmuş. Fakat zelzele hergün olmak suretiyle bir müddet
devam etmiş. Tosya’da bin beş yüz ev harap olmuş, ölü
ve yaralı miktarı çok fazla imiş. Kargı ve Osmancık tama-
men, Lâdik ve sair mahallerde zayiat fazla miktarda imiş.
İnebolu’da bir minarenin alemi eğrilmiş, ufak tefek çat-
laklıklar olmuş, hasarat ve zayiat olmamış.”
Ahmed Nazif, Emin,
Sadık, Mehmed Feyzi
Üçüncü olan bu hareket-i arzdan sonra, yine Risalei’n-
Nur’a ve talebelerine ve müellifine hücum eden ehl-i ga-
razın sözünü dinleyen adliye, aynı tarzda bizi sıkmakta de-
vam ediyordu. Zındıka taraftarları, mübarek Üstadımızın
ihbarları olan ve Risale-i Nur’un büyük kerametlerinden
olup zelzeleler eliyle gelen beliyelere ehemmiyet vermek
istemiyorlardı. Risalei’n-Nur’un İlâhî ve Kur’ânî hakikat-
lerine karşı cephe alan bu zümrenin başına bir dördüncü
tokat daha geldi.
Garibi şu ki, biz Şubat’ın üçüncü günü mahkemeye
çağrılmıştık. Iztırap ve elemleri içinde yüreklerimizi ağla-
tan hastalıklı haliyle kendisinden sorulan suallere cevap
vermek için altmış beş kadar talebesinin önünde ayağa
adliye:
mahkeme, yargılama işle-
riyle uğraşan daire.
beliyye:
felaket, musibet.
ehemmiyet:
önem, değer, kıy-
met.
ehl-i garaz:
kin ve düşmanlık gü-
denler, kötü niyet taşıyanlar.
elem:
dert, üzüntü, maddî-manevî
ıztırap.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, Allah’a şükür.
garip:
tuhaf, hayret verici.
hakikat:
gerçek, esas.
halâs:
kurtulma, kurtuluş, se-
lamete erme.
hane:
ev.
hareket-i arz:
yer sarsıntısı,
zelzele, deprem.
hasarat:
zararlar, ziyanlar.
hücûm:
saldırma.
ıztırap:
kuvvetli acı, aşırı elem,
azap.
ihbar:
haber verme, bildirme.
İlâhî:
Allah’la ilgili, Cenab-ı
Hakka dair.
keramet:
ermişçesine yapılan
iş, hareket veya söylenen söz,
fikir.
Kur’ânî:
Kur’an’a
ait,
Kur’an’dan gelen.
mahal:
yer.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müddet:
süre, zaman.
müellif:
eser telif eden, yazan.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sâir:
diğer, başka, öteki.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şefaat:
bir suçlu veya ihtiyaç
sahibinin af ve iyiliğe kavuş-
ması için diğeri tarafından ya-
pılan aracılık.
talebe:
öğrenci.
taraftar:
taraflı, bir tarafı des-
tekleyen.
tarz:
biçim, şekil.
zayiat:
zarar ve ziyan; kayıp-
lar, yitikler.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
zümre:
cemaat, topluluk.
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 352 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ