kendilerini muhafaza için musalahakârâne, medar-ı itiraz
noktaları izah etmek ve cevap vermek gerektir.
Çünkü bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes,
kameti miktarında bir buz parçası olan enaniyetini
eritmiyor bozmuyor, kendini mazur biliyor; ondan niza
çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder; ehl-i dalâlet istifade ediyor.
İstanbul’da malûm itiraz hâdisesi ima ediyor ki, ileride,
meşrebini çok beğenen bazı zatlar ve hodgâm bazı sofi-
meşrep ve nefs-i emmaresini tam öldürmeyen ve hubb-i
cah vartasından kurtulmayan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak,
Risaletü’n-Nur’a ve şakirtlerine karşı kendi meşreplerini
ve mesleklerinin revacını ve etbalarının hüsn-i teveccüh-
lerini muhafaza niyetiyle itiraz edecekler; belki dehşetli
mukabele etmek ihtimali var.
Böyle hâdiselerin vukuun-
da, bizlere, itidal-i dem ve sarsılmamak ve adavete girme-
mek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek ge-
rektir.
Faş etmek hatırıma gelmeyen bir sırrı, faş etmeye mec-
bur oldum. Şöyle ki:
Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı manevîyi
temsil eden has şakirtlerinin şahs-ı manevîsi “ferid”
makamına mazhar oldukları için, değil hususi bir memle-
ketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlakayla Hicaz’da bulunan
kutb-i azamın tasarrufundan hariç olduğunu ve onun hük-
mü altına girmeye mecbur değil. Her zamanda bulunan iki
imam gibi, onu yani kutb-i azamı tanımaya mecbur ol-
muyor. Ben, eskide, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini,
adavet:
düşmanlık, husumet
dehşetli:
ürkütücü, korkunç
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimseler.
ehl-i hak:
hak ehli, iman, İslâmiyet
ve hak yolunda olan, hak mezhep-
te olan
ehl-i irşat:
mürşitler, doğru yolu
gösterenler
ekseriyet-i mutlaka:
mutlak ço-
ğunluk
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
etba:
birinin sözüne, işine, mesle-
ğine uyanlar
faş:
açığa vurulmuş, meydana dö-
külmüş
ferit:
tek, eşsiz, eşi olmayan; kıyas
kabul etmez, üstün.
hâdise:
olay
hariç:
dışarı
hâs:
ileri gelen, seçkin olan
hodgâm:
kendi keyfini düşünen,
bencil.
hubb-i cah:
makam sevgisi, rütbe
ve mevki sevgisi ve bunlara karşı
gösterilen aşırı hırs.
hususî:
özel
hüküm:
hakimiyet, nüfuz, kuman-
da
hüsn-i teveccüh:
sevgi ile karışık
medih ve takdir.
ihtimal:
olabilirlik
ima:
işaretle anlatma, üstü kapalı
ifade etme
imam:
bir ilimde sözü delil kabul
edilebilecek derecede derin ve ge-
niş bilgi sahibi olan âlim
istifade:
faydalanma, yararlanma
itidal-i dem:
soğukkanlılık.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile anlat-
ma
kamet:
boy, endam
kutb-ı azam:
en büyük kutup, dinî
bir meslek veya grubun başı, bir-
çok Müslümanın kendisine bağ-
landıkları büyük evliyadan zama-
nın en büyük mürşidi.
kutup:
evliyalar içerisinde zama-
nın en büyük mürşidi olan
makam:
manevî mevki
malûm:
bilinen, bilinir olan
mazhar:
nail olma, şereflen-
me
mazur:
özürlü, özrü olan.
medar-ı itiraz:
itiraz sebebi,
kabul etmeme sebebi.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sis-
tem
meşrep:
gidiş, hareket tarzı,
tavır, tutum, meslek.
muarız:
muhalefet eden, karşı
çıkan, muhalif.
muhafaza:
koruma, savunma.
mukabele:
karşılık verme,
karşılama
musâlâhakârâne:
barış içinde,
barışarak.
nefs-i emmare:
insana kötü
ve günah işlerin yapılmasını
emreden nefis
niza:
kavga, anlaşmazlık
revaç:
rağbet, kıymet, değer
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
rüesa:
reisler, başkanlar.
sır:
gizli hakikat
sofîmeşrep:
tasavvuf ehli, ri-
yazet ve nefisle mücahede ile
hakikate ermeye çalışan.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cema-
atten meydana gelen manevî
şahıs
şakirt:
talebe, öğrenci
taife:
takım, güruh
tasarruf:
velîlerin Allah’ın izni
dairesinde eşya ve varlıklar
üzerindeki manevî tesirleri,
keramet.
temsil:
birinin, bir topluluğun
adına hareket etme
varta:
tehlike, büyük tehlike
vuku:
olma, gerçekleşme,
meydana gelme
zat:
kişi, şahıs
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 326 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ