eden, bazan kapılır; vazifesini yapamadığı gibi, selâmet-i
kalbini ve hüsn-i niyetini ve istikamet-i fikrini ve hizme-
tindeki ihlâsı kaybetmese de o ittiham altında kalabilir.
Hatta mahkemede bana bu noktadan hücum ettikleri za-
man dedim: “Güneş gibi hakikat-i imaniye ve Kur’âniye,
yerdeki muvakkat ışıkların cazibesine tâbi ve alet olmadı-
ğı gibi, o hakikati cidden tanıyan, değil küre-i arzdaki
hâdisata, belki kâinata da alet edemez” dedim, onları sus-
turdum.
İşte Üstadımızın cevabı bitti. Biz de bütün kuvvetimizle
tasdik ettik.
Risale-i Nur Şakirtlerinden
Emin, Feyzi
* * *
[
BİR MEKTUBUN PARÇASIDIR
.
BU MAKAM MÜNASEBE
-
TİNE BİNAEN YAZILDI
.]
Aziz, Sıddık Kardeşlerim,
Sakın, dünya cereyanları, hususan siyaset cereyanları
ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atma-
sın. Karşınızda ittihat etmiş dalâlet fırkalarına karşı sizi
perişan etmesin “Elhubbu fillah” “Velbuğzu fillah” düs-
tur-i Rahmanî yerine –eliyazü billâh– “Elhubbu fissiyase-
ti velbuğzu lissiyaseti” düstur-i şeytanî hükmederek, me-
lek gibi bir hakikat kardeşine adavet ve elhannas gibi
adavet:
düşmanlık, husumet
aziz:
izzetli, muhterem, saygın
bilhassa:
özellikle
binaen:
-den dolayı, bu sebepten
buğz:
birisine gizli ve içten düş-
manlık hissetmek.
cazibe:
çekim.
cereyan:
akım, fikir, sanat veya si-
yaset hareketi
cidden:
ciddî olarak, gerçek ola-
rak.
dalâlet:
iman ve İslâmiyet’ten ay-
rılmak, azmak
düstur-i Rahmanî:
Cenab-ı Al-
lah’ın Rahmanî olan kaide ve düs-
turları
düstur-i şeytanî:
şeytanî prensip-
ler, şeytanca kaideler.
el-hannâs:
şeytan.
el-iyazü billâh:
Allah esirgesin, Al-
lah korusun
fırka:
topluluk, grup, cemaat
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-ı imaniye:
imana ait
olan gerçek.
hakikat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
hakikatı, Kur’ân’ın ifade ettiği
gerçek.
hariç:
dışarı
hususan:
bilhassa, özellikle
hücûm:
saldırma.
hükmetme:
karar vermek,
inanca varmak
hüsn-i niyet:
iyi niyet, temiz
kalplilik.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemeksi-
zin, sırf Allah rızası için yapma.
istikamet-i fikir:
fikrin doğru-
luğu.
itham:
töhmetlendirme, suçlu
görme.
ittihat:
birleşme, birlik oluş-
turma
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
makam:
yer
muvakkat:
geçici.
münasebet:
vesile, -dan dola-
yı
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
selâmet-i kalp:
kalp selâmeti,
kalbin korku ve endişeden
uzak olması.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hak-
kı ve hakikati tereddütsüz ka-
bullenen
şakirt:
talebe, öğrenci.
tâbi:
boyun eğen, uyan, itaat
eden.
tasdik:
doğrulama, onaylama.
tefrika:
ayrılık, bölünme
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 320 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ