Hem Risaletü’n-Nur sair ulemanın eserleri gibi, yalnız
aklın ayağı ve nazarıyla ders vermiyor ve evliya misilli yal-
nız kalbin keşif ve zevkiyle hareket etmiyor. Belki aklın
ve kalbin ittihat ve imtizacı ve ruh ve sair letaifin teavünü
ayağıyla hareket ederek evc-i âlâya uçar. Taarruz eden
felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişemediği yerlere çı-
kar, hakaik-ı imaniyeyi kör gözüne de gösterir.
Said Nursî
* * *
MANEVÎ BİR İHTARLA BİR İKİ İNCE
MESELEYİ YAZIYORUM.
BİRİNCİSİ:
Geçen sene ramazan-ı şerifte, Ehl-i Sünne-
tin selameti ve necatı için edilen pek çok duaların şimdi-
lik âşikâre kabulleri görünmemesine hususi iki sebep ih-
tar edildi.
Birinci sebep:
Bu asrın acip hassasındandır ki: Elması
elmas bildiği halde, camı ona tercih eder. Bu asırdaki
ehl-i imanın fevkalâde safderunluğu ve dehşetli canileri
de âlicenabâne affetmesi ve bir tek haseneyi, binler sey-
yiatı işleyen ve binler manevî ve maddî hukuk-i ibadı
mahveden adamdan görse, ona bir nevi taraftar çıkma-
sıdır. Bu suretle, ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğyan,
safdil taraftarla ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hata-
sına terettüp eden musibet-i âmmenin devamına ve
idamesine, belki teşdidine kader-i İlâhiye fetva verirler;
“Biz buna müstehakız” derler. Evet, elması bildiği halde,
acip:
tuhaf, hayrette bırakan
âlicenâbane:
cömertçesine, iyilik
sahibine yakışırcasına
asr:
yüzyıl
aşikâre:
apaçık, belli, aşikâr, mey-
danda, zahir.
cani:
cinayet işlemiş kimse, acı-
masız, gaddar
dehşetli:
ürkütücü, korkunç
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz
ehl-i dalâlet ve tuğyan:
sapık ve
azgın kimseler.
ehl-i İslâm:
İslâm topluluğu, Müs-
lümanlar.
ehl-i Sünnet:
İslâm’ı ilk günkü sa-
fiyetiyle kabul ederek dinden ol-
mayan şeyleri karıştırmayıp, Hz.
Peygamberin sünnetinden ve yo-
lundan ayrılmayanlar
ekall-i kalil:
azın azı, pek az, en az.
ekseriyet:
çoğunluk
elmas:
çok kıymetli bir mücevher
evc-i âlâ:
en üst derece.
evliya:
veliler, Allah dostları
felsefe:
madde ve hayatı başlan-
gıç ve gaye bakımından inceleyen
ilim
fetva:
bir konu hakkında verilen
hüküm, karar
fevkalâde:
olağanüstü
hakaik-ı imaniye:
imana ait haki-
katler, imanî gerçekler.
hasene:
hayırlı amel, Allah rızasına
uygun iş
hâssa:
bir şeye mahsus olan özel-
lik, nitelik
hukûk-ı ibat:
kulların hukuku, in-
san hukuku
hususî:
özel
idame:
devam ettirme, sürdürme
ihtar:
hatırlatma, uyarı
imtizaç:
uyuşma; terkip olabilme,
bileşik haline gelme
ittihat:
birleşme, birlik oluşturma
kader-i İlâhiye:
İlâhî kader, Al-
lah’ın kader kanunu.
keşif:
Allah tarafından ilham edil-
me, kalp gözüyle görme
letaif:
manevî duygular
maddî:
madde ile alakalı, cismanî
mahv:
yok etme, ortadan kal-
dırma
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan
mesele:
önemli konu
misilli:
gibi, benzeri
musibet-i âmme:
umumî mu-
sibet, genel olan, herkesi etki-
leyen belâ, âfet, v.s.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş
nazar:
bakış, bakış açısı
necat:
kurtuluş, kurtulma
nevî:
çeşit, tür
ramazan-ı şerif:
mübarek, şe-
refli Ramazan ayı.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî
varlık
safderun:
saf gönüllü, temiz
kalpli
safdil:
saf gönüllü; hile, oyun
bilmeyen, kolay aldatılan
sâir:
diğer, başka, öteki
selâmet:
salimlik, eminlik,
kurtuluş, korku ve endişeden
uzak olma
seyyiat:
seyyieler, fenalıklar,
kötülükler
suret:
biçim, tarz
taarruz:
saldırma, sataşma,
ilişme
taraftar:
taraflı, bir tarafı des-
tekleyen
teavün:
yardım etme.
terettüp:
bir işin birinin üzeri-
ne düşmesi
teşdit:
şiddetlendirme
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 314 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ