Elcevap:
Eski mübarek zatların ekseri divanları ve ule-
manın bir kısım risaleleri imanın ve marifetin neticelerin-
den ve meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederler. On-
ların zamanlarında imanın esasatına ve köklerine hücum
yoktu ve erkân-ı iman sarsılmıyordu. Şimdi ise köklerine
ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir surette taarruz var. O
divanlar ve risalelerin çoğu has müminlere ve fertlere hi-
tap ederler; bu zamanın dehşetli taarruzunu defedemiyor-
lar.
Risale-i Nur ise, Kur’ân’ın bir manevî mu’cizesi olarak
imanın esasatını kurtarıyor ve mevcut imandan istifade
cihetine değil, belki çok deliller ve parlak bürhanlarla ima-
nın ispatına ve tahakkukuna ve muhafazasına ve şübe-
hattan kurtarmasına hizmet ettiğinden, herkese bu za-
manda ekmek gibi, ilaç gibi lüzumu var olduğunu dikkat-
le bakanlar hükmediyorlar.
O divanlar derler ki: “Veli ol, gör; makamata çık, bak,
nurları, feyizleri al.”
Risale-i Nur ise der: “
Her kim olursan ol; bak, gör. Yal-
nız gözünü aç, hakikati müşahede et, saadet-i ebediyenin
anahtarı olan imanını kurtar
.”
Hem Risaletü’n-Nur, en evvel tercümanının nefsini ik-
naa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emma-
resini tam ikna eden ve vesvesesini tamamen izale eden
bir ders, gayet kuvvetli ve halistir ki, bu zamanda cemaat
şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı manevî-i dalâlet karşısın-
da tek başıyla galibâne mukabele eder.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 313 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim ada-
mı
bürhan:
delil, ispat, hüccet
cemaat:
topluluk, aralarında
çeşitli bağlar bulunan insanlar
topluluğu
cihet:
yön
def:
kovma, uzaklaştırma
dehşetli:
ürkütücü, korkunç
delil:
bir davayı ispata yarayan
şey, burhan
divan:
eskiden yaşamış şairle-
riin şiirlerinin toplandığı kitap
ekserî:
çoğu kısmı
elcevap:
cevap olarak
erkân:
rükünler, esaslar
erkân-ı iman:
iman esasları.
esâsât:
esaslar, kökler, temel-
ler.
evvel:
önce
feyiz:
ilim, irfan; ihsan, bağış
galibâne:
galip gelmiş gibi, ga-
lip sıfatıyla.
gayet:
son derece
hakikat:
gerçek, esas
halis:
samimî, her amelini yal-
nız Allah rızası için işleyen
hitap:
söz söyleme, topluluğa
veya birisine karşı konuşma
hücûm:
saldırma
hükmetme:
karar vermek,
inanca varmak
iman:
inanç, itikat
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma
izale:
giderme, ortadan kaldır-
ma
makamat:
makamlar
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan
marifet:
tasavvufî bilgi, ilhama
dayanan vasıtasız bilgi
mu’cize:
benzerini yapmak-
tan insanların aciz kaldığı şey
muhafaza:
koruma
mukabele:
karşı gelme, karşı koy-
ma
mü’min:
iman eden, inanan
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme
nefs:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç
nefs-i emmare:
insana kötü ve
günah işlerin yapılmasını emreden
nefis
nur:
aydınlık, parıltı, ışık
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi, Bedi-
üzzaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
saadet-i ebediye:
sonu olmayan,
sonsuz mutluluk
suret:
biçim, şekil, tarz
şahs-ı manevî-i dalâlet:
küfür ve
dalâleti manen temsil eden mane-
vî şahıs.
şübehat:
şüpheler.
taarruz:
saldırma, sataşma, ilişme
taarruz:
saldırma, sataşma, ilişme
tahkik:
doğru olup olmadığını
araştırmak, inandığı şeylerin aslını,
esasını bilerek inanma
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
ümmet:
Müslümanların tamamı;
bütün Müslümanlar.
velî:
Allah’ın sevgisine, himayesi-
ne kavuşmuş, ermiş kimseler, Al-
lah dostu, evliya.
vesvese:
şüphe, kuruntu, kalbe
gelen asılsız kötü ve sinsi düşünce
zat:
kişi, şahıs