Sikke-i Tasdik-i Gaybi - page 321

bir siyaset arkadaşına muhabbet ve taraftarlıkla zulmüne
rıza gösterip cinayetine manen şerik eylemesin.
Evet, bu zamanda ki siyaset, kalbleri ifsad edip asabî
ruhları azap içinde bırakır. Selâmet-i kalb ve istirahat-i
ruh isteyen adam, siyaseti bırakmalı.
Evet, şimdi küre-i arzda herkes ya kalben, ya ruhen, ya
aklen, ya bedenen gelen musibetten hissedarlıktan, azap
çekiyor, perişandır. Bilhassa ehl-i dalâlet ve ehl-i gaflet,
rahmet-i umumiye-i İlâhiyeden ve hikmet-i tamme-i Süb-
haniyeden habersiz olduğundan, nev-i beşere rikkat-i cin-
siye, alâkadarlık cihetiyle, kendi eleminden başka nev-i
beşerin şimdiki elîm ve dehşetli elemleriyle dahi müteel-
lim olup azap çekiyor. Çünkü, lüzumsuz ve malâyanî bir
surette vazife-i hakikiyelerini ve elzem işlerini bırakıp afa-
kî ve siyasî boğuşmalara ve kâinatın hâdiselerini merakla
dinleyerek, karışarak ruhlarını sersem ve akıllarını geve-
ze etmişler, “
Zarara razı olana şefkat edilmez
” manasın-
daki
o
¬n
`do
ôn
¶r
æ`o
j n
’ p
Qn
ôs
°†dÉp
H »°/
VGs
ôdn
G
kaide-i esasiyesiyle şefkat
hakkını ve merhamet liyakatını kendilerinden selb etmiş-
ler. Onlara acınmayacak ve şefkat edilmez. Ve lüzumsuz
başlarına belâ getiriyorlar.
Ben tahmin ediyorum ki, bütün küre-i arzın bu yangı-
nında ve fırtınalarında selamet-i kalbini ve istirahat-i ru-
hunu muhafaza eden ve kurtaran bu memlekette Risa-
letü’n-Nur’un dairesine sadâkatle girenlerdir.
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 321 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
afakî:
dışa dönük
aklen:
akıl ile, akıl yolu ile, akıl
gereğince.
alâkadar:
ilgili, ilişki
asabî:
sinirli, öfkeli.
azap:
eziyet, işkence; büyük
sıkıntı, şiddetli acı
bedenen:
beden ile, şahsen
belâ:
musibet, sıkıntı
bilhassa:
özellikle
cihet:
yön
cinayet:
cana kıyma, katl ve-
ya bu derecede ağır bir suç
dehşetli:
ürkütücü, korkunç
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldığın-
dan dolayı ahiretin farkında ol-
mayan.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri
ehl-i tevekkül ve rıza:
Allah’a
tevekkül edip; bağlanıp kade-
re razı olanlar.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap
elîm:
şiddetli, çok dert ve ke-
der veren
elzem:
daha (en, pek) lâzım,
lüzumlu, gerekli.
fiilen:
fiille, davranış ve hare-
ketle
hâdisat:
hâdiseler, olaylar
hakikî:
gerçek
hikmet-i tamme-i Sübhani-
ye:
kusursuz ve noksansız
olan. Allah’ın her şeyin bir
maksat ve gayeyle yaratılmış
olması.
hissedar:
hisse sâhibi, hissesi
olan.
ifsat:
fesada uğratma, bozma,
karışıklık çıkarma
istirahat-ı ruh:
ruhun rahatlı-
ğı, ruh huzuru.
kaide-i esasiye:
asıl kaide, temel
prensip
kâinat:
evren; yaratılmış olan şey-
lerin tamamı, bütün âlemler
kalben:
kalp ile, kalpten
küre-i arz:
yer küre, dünya
liyakat:
layık olma, ehliyet
malâyani:
manasız, faydasız, boş
(şey).
manen:
mana bakımından, mana-
ca
muhabbet:
sevgi, sevme
muhafaza:
koruma
musibet:
felaket, bela
müteellim:
elemli, kederli, hüzün-
lü, içi sızlayan
nev’i beşer:
insanoğlu, insanlar
rahmet-i umumiye-i İlâhîye:
Ce-
nab-ı Allah’ın umumî rahmeti.
razı:
rıza gösteren, hoşnut olan
rıza:
razı olma, hoşnutluk
rikkat-i cinsiye:
cinsî şefkat, insa-
nın kendi cinsinden olana acıması.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık
ruhen:
ruh ile
sadâkat:
bağlılık, doğruluk
selâmet-i kalp:
kalp selâmeti, kal-
bin korku ve endişeden uzak ol-
ması.
selb:
ortadan kaldırma, iptal etme;
olumsuzlaştırma
sersem:
başı dönmüş, aklı ve zihni
karışmış olan
siyasî:
siyasetle ilgili, siyasete ait
suret:
biçim, şekil, tarz
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, içten ve karşılıksız merha-
met
şerik:
ortak
taraftar:
taraflı, bir tarafı destekle-
yen
vazife-i hakikiye:
hakikî gerçek
vazife.
ziyade:
çok, fazla
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence
1...,311,312,313,314,315,316,317,318,319,320 322,323,324,325,326,327,328,329,330,331,...560
Powered by FlippingBook