neferin ağırlaşmış müşiriyet makamında ancak bir düm-
darlık vazifesi var.
Said Nursî
* * *
Evet, bu asrın ehemmiyetli ve manevî ve ilmî bir mür-
şidi olan Risaletü’n-Nur’un heyet-i mecmuası, sair şahsi
büyük mürşitler gibi kendine muvafık ve hakikat-i ilmiye-
ye münasip olarak, birkaç nevide ve bilhassa hakaik-ı
imaniyenin izharında, intişarında azim kerametleri oldu-
ğu gibi, üç keramet-i zahiresi bulunan Mu’cizat-ı Ahme-
diye (
ASM
), Onuncu Söz ve Yirmi Dokuzuncu Söz ve
Aye-
tü’l-Kübra
gibi çok risaleleri dahi her biri kendine mah-
sus kerametleri bulunduğunu çok emareler ve vakıalar ba-
na kat’î kanaat vermiş. Hatta sekeratta bulunan talebele-
rine imanını kurtarmak için mürşit gibi yetiştiğine, müte-
addit vakıalar şüphe bırakmıyor. “ Hem bir saat tefekkür,
bir sene ibadet-i nafile hükmünde...” Bir misal, “Hizbü'l-
Ekber”dir diye müşahede ettim ve kanaat getirdim.
Bir sual-cevap olarak yazdığım bir fıkrayı, size de fay-
dası olur ihtimaliyle beyan ediyorum. Şöyle ki:
Evliya divanlarını ve ulemanın kitaplarını çok mütalaa
eden bir kısım zatlar tarafından soruldu: “
Risalei’n-Nur’un
verdiği zevk ve şevk ve iman ve iz’an onlardan çok kuv-
vetli olmasının sebebi nedir?”
asr:
yüzyıl
ayetülkübra:
en büyük delil, ayet
anlamında Risale-i Nur’da 7. Şua
adlı eser
azîm:
büyük
beyan:
açıklama, bildirme, izah
bilhassa:
özellikle
divan:
eskiden yaşamış şairleriin
şiirlerinin toplandığı kitap
dümdar:
ask. ordunun arkasında-
ki kuvvet, artçı.
ehemmiyetli:
önemli
emare:
alâmet, belirti, nişan
evliya:
veliler, Allah dostları
fıkra:
kısım, bölüm
hakaik-ı imaniye:
imana ait haki-
katler, imanî gerçekler.
hakikat-ı ilmiye:
ilmî gerçek
heyet-i mecmua:
bir şeyin tefer-
ruatına ve cüzlerine bakılmaksızın
bütününün gösterdiği hâl ve man-
zara.
Hizb-i Ekber:
Bediüzzaman’ın Te-
fekkürname adlı eserine aldığı bir
bölüm; bir tefekkür ve dua risâlesi.
hükmünde:
değerinde, yerinde
ibadet-i nafile:
nafile ibadet, farz
olmayıp yapılmasında büyük se-
vap bulunan ibadet
ihtimal:
olabilirlik
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
iman:
inanç, itikat
intişar:
yayılma, yaygınlaşma,
neşrolunma
iz’an:
basiret, anlayış, kavrayış,
akıl, zeka
izhar:
gösterme, açığa vurma
kanaat:
inanma, görüş, fikir
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan
keramet:
Allah’ın velî kullarında
görülen olağanüstü hâller veya ta-
biatüstü hâdiseler
keramet-i zahire:
apaçık ke-
ramet, görünen keramet.
makam:
büyük memuriyet,
mevki
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan
misal:
örnek
Mu’cizat-ı Ahmediye:
Pey-
gamber Efendimizin (asm)
gösterdiği mu’cizeler.
muvafık:
uygun, münasip
münasip:
uygun
mürşit:
irşat eden, doğru yolu
gösteren, rehber, kılavuz
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme
müşiriyet:
mareşal makamı.
mütalâa:
bir şeyi etraflıca dü-
şünme, dikkatli okuma
müteaddit:
çeşitli, bir çok
nefer:
asker, er
nevî:
çeşit, tür
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi,
Bediüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
sâir:
diğer, başka, öteki
sekerat:
ölmek üzere olan bir
canlını kendinden geçmesi
sual:
soru
şahsî:
şahsa, kişiye ait, hususî
şevk:
şiddetli arzu, istek; keyif,
neşe
talebe:
öğrenci
tefekkür:
derin düşünme; eş-
yanın hakikatini, yaratıcının
sırlarını kavramak ve ibret al-
mak için zihnen ve kalben dü-
şünme
ulema:
âlimler, bilginler, ilim
sahipleri.
vakıa:
olay
vazife:
görev
zat:
kişi, şahıs
P
ARLAK
F
IKRALAR
| 312 | SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ