E
MİN İLE
F
EYZİ
’
NİN
Ü
STADLARININ GARİP VAZİYE
-
TİNE VE
R
İSALE
-
İ
N
UR
’
UN ACİP EHEMMİYETİNE DE
-
LÂLET EDEN BİR SUALLERİ VE
Ü
STADLARININ ONLA
-
RA VE EMSALLERİNE VERDİĞİ BİR CEVAPTIR
.
Sual:
“Âlem-i İslâm’ın mukadderatıyla ciddî alakadar
olan bu Cihan Harbinin dehşetli zamanlarında elli gün ka-
dar (şimdi yedi seneden geçti; aynı hal devam ediyor.
Hem ne soruyor ve ne de merak eder) hergün hizmeti-
nizde bulunan bizlerden bir defacık sormadınız. Acaba bu
büyük hâdiseden daha büyük diğer bir hakikat mi hükme-
diyor ki, bunu ehemmiyetten iskat ediyor? Yahut onunla
meşgul olmanın bir zararı mı var?” diye Üstadımızdan
sorduk. O da:
“Elcevap”
diyor ki: Evet, bu Cihan Harbinden daha
büyük bir hakikat ve daha azam bir hâdise hükmettiği
için, şu Cihan Harbi ona nisbeten çok ehemmiyetsiz dü-
şüyor. Çünkü, bu Cihan Harbinde iki hükûmet küre-i ar-
zın hakimiyeti için mürafaa ve muhakeme davasında bu-
lunmaları içinde iki muazzam dinin musalâha ve sulh
mahkemesine barışmak davası açılarak ve dinsizliğin
dehşetli cereyanı da semavî dinlerle mücahede-i azîmesi
başladığı hengâmda, nev-i beşerin sosyalist tabakasıyla
burjuvalar taifesinin mahkeme-i kübralarında açılan
davalarından çok mühim öyle bir dava açılmış ve öyle
SİKKE-İ TASDİK-İ GAYBÎ | 317 |
G
ÜZEL
M
EKTUPLAR
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
Âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
asr:
yüzyıl.
âzam:
en büyük.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
burjuva:
burjuvaya mensup
olan, orta tabakadan, Avru-
pa’da işçi sınıfı ile aristokrasi
arasındaki sınıftan, tüccar ve
sanayici sınıfı.
cereyan:
akım, fikir, sanat ve-
ya siyaset hareketi.
ciddî:
gerçek olarak, hakika-
ten.
dava:
mahkeme toplantısı,
duruşma, celse.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
delâlet:
delil olma, gösterme;
alamet, işaret.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
ehemmiyetli:
önemli.
ehemmiyetsiz:
önemsiz.
el-cevap:
cevap olarak.
emsal:
benzerler.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
garip:
tuhaf, hayret verici.
hâdise:
olay.
hakikat:
gerçek, esas.
harp:
savaş.
hengâm:
zaman, sıra.
heyet-i mecmua:
bir şeyin te-
ferruatına ve cüzlerine bakıl-
maksızın bütününün gösterdi-
ği hâl ve manzara.
hükmetme:
hakim olma, işle-
me.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
ihtimal:
olabilirlik.
ilmî:
ilim ile ilgili, ilme dair.
iskât:
düşürme, hükümsüz bı-
rakma.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
mahkeme-i kübra:
en büyük
mahkeme, öldükten sonra bütün
insanların diriltilerek Allah huzu-
runda hesaba çekileceği mahke-
me.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
mesele:
önemli konu.
muazzam:
çok büyük, ulu, yüce.
muhakeme:
bir dava ile ilgili taraf-
ların hakim huzuruna çıkmaları,
duruşma.
mukadderat:
Allah tarafından
ezelde takdir olunmuş şeyler, ileri-
de meydana gelecek haller ve
olaylar, alın yazısı.
musalâha:
barış, uzlaşma.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
mücahede-i azîme:
büyük cihat,
savaş.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münevver:
nurlu, ışıklı, parlak.
mürafaa:
duruşma, karşılıklı hak
iddia ederek konuşma.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu gös-
teren, rehber, kılavuz.
nev’i beşer:
insanoğlu, insanlar.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
Risaletü’n-Nur:
Nur Risalesi, Bedi-
üzzaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
semavî:
Allah tarafından olan, İlâ-
hî.
sosyalist:
sosyalizm yanlısı, sosya-
lizm taraftarı.
sual:
soru.
sulh:
barış, anlaşarak düşmanlığı
kaldırma.
tabaka:
derece, kat.
taife:
takım, güruh.
vaziyet:
durum.